25 Mayıs 2009 Pazartesi

bir blog gördüm sanki !


evet bir blog gördüm sanki, "aynı bana benziyo lan" dedim konu-tema açısından...

sonra okudum, okudum, okudum.... dedim ki: "ulan bu eleman benden daha güzel cümleler kuruyo lan"

sinir oldum bu arkadaşa, nie benden güzel cümleler kuruyo ki, neden benden daha eleştirel olabilio lan...

vel-hasılı kelam, yazıları okudukça okuyasım geldi, hatta "Deliler Gemisi" postunun da devamını istedim... hala gelmedi :)

yazıları beğenmişliğimden olsa gerek, "blogunun reklamını yapıcam lan blogumda" dedim..
bu arkadaş: Kumru'dur...

beynine, eline sağlık dileğimi burdan tekrar iletir, hala "deliler gemisi"nin devamını beklediğimi de bilmeni isterim :)

aha blog bu: http://hominivorax.blogspot.com/
aha deliler gemisi bu: http://hominivorax.blogspot.com/2009/05/deliler-gemisi.html


lakin son yazı da güzel olmuştur kannımca, fakat yorumu burdan yapmış olayım. dileğim tüm geçmiş yazılarının da okunmasıdır. öğreticidir, bilgilidir, sert sözlüdür..

anlamadığım şey: "küçük kara balık"ı yazarken hiç mi üşenmedin, gerçekten merak ediyorum... insanın canı sıkılır yazarken... :p


dip not: reklamı hangi yazıda nasıl bağlasam bulamadım, evet, saçma oldu... :D

21 Mayıs 2009 Perşembe

nası ülke lan burası


şimdi hepiniz tecavüz olayına kızmam gerektiğini yada tecavüzcü elemanın serbest bırakılmasına kızdığımı filan düşünüyorsunuz...


hayır bu kadar kalabalık bir dünya, kalabalığın getirdiği düzensizlik varken bu gayet normal bir davranıştır. çünkü normal düzende popülasyon arttıkça açlık ve saldırganlık da artar. bunu sevgili "bilim" söylüyor.

durum böyleyken; bu kalabalığın içinde yaşamak isteyen insanlar, böyle durumları kabullenmesi
gereken insanlardır benim mantığıma göre. bu kadar kalabalıkta asla düzen olmaz, burada yaşamak için düzensizlikten yaşamanın keyfini çıkartmak gerekir. daha doğrusu burda yaşamayı kabullenmek burada keyif almayı kabullenmeyi gerektirir.

bu durumda bu olaya bakarsak ancak tecavüzün keyfini çıkartarak olabilir...

bu mantıkla bakınca, işte sistemin her halukarda başarısız olan kulu karşınızda:
tecavüzcü...
tamamen bir gereksizlik abidesi.

ben kendimi hazırlamışım tecavüze, çünkü bu sistemin göbeğinde olmayı kabul ediyorum, tam tecavüzcüm beni götürüyor, hazırım...

küt, erken boşaldı....

nasıl bi ülke ki burası; tecavüzcü bile tecavüz edemiyor ve mağdur bunun keyfini çıkaramıyor.


ha derseniz ki, bu şeyleri biz istemiyoruz aslında vs vs... o zaman o sistemin göbeğinde ne işiniz var derim....
şehirler asla cennet olamaz, saçma bir kaos yuvasından başka hiç bir şey olamaz...

kendimizi avutmayalım.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

doktor merhaba ben geldim...


"geç otur şöyle" dedi...

e zaten oturacağım yeri gayet iyi biliyorum ben.. her salı aynı kahverengi koltuk. köpek boku rengi. ama daha homojenik.. aslında rahat birazda. anlaşılan bu koltukla anlaşıyoruz.

hayat gibi tıpkı.

geçen hafta bana majördepresifsin, dedi doktor.

öyle miyim, dedim..

tabiki öyleyim. baksana hiç mutlu olamıyorum. mutlu olacak birşey göremiyorum. insanlar eğleniyor, gülüyor onlar, onların güldükleri bana komik gelmiyor, gidiyor sözcükler...

alıp başını gidiyor her şey, ben yetişemiyorum, yetişemedikçe üzülüyorum, üzüldükçe hiç bir şey komik gelmiyor, sıkılıyorum, nefes alamyıyorum, bunalıyorum...

mutlu olamıyorum, mutlu olacak bir şey göremiyorum. hop! başa döndük..

yani geçen haftaya kadar böyleymiş(t)im.. bu hafta mutlu olacak eyler görüyorum, ama mutluluklarımın sahte olduğunu düşünüyorum, onların ardından yine mutsuz olucam diye korkuyorum, gerçekten...
bu vakte kadar hep mutsuz oldum, şimdi bu küçük güzel haplar yüzünden mutlu oluyorum. yasal torbacı; doktor! bana mutlu olmam için afyonu veren ilk arkadaşım gibi davranıyor, ve bu hafta diyor ki:
-mutsuz olmaktan korktuğun için; paranoya olmuşsun. şimdi ilaçlarının içeriğini değiştiriyoruz. haftaya salı tekrar görüşelim..

görüşelim, diyorum. elimde reçetem, sahte bir sırıtışla kapıyı kapatmadan gülümser gibi yapıyorum torbacıma, çıkıyorum.

gerçekten gülmüyorum çıkarken. gülersem mutsuzluğa dönebilirim, ama gülmek te istiyorum, her şey olağanca haliyle ilerliyor, ben bazen gülebiliyorum.

sonraki salı tekrar ordayım; yeni haplarımla bazen güldüm, sonra gülerken aniden ağlamaya da başladığım oldu, bi anda mutsuzken, içime bir karanlık ta çöktü sanki. her şey bazen o kadar çöküş unsuru bazen de o kadar mutluluk verici ki; gerçeğin hangi tarafta olduğunu anlamakta zorluk çekiyorum.

şimdi ben her şeyden mutsuz olurken veya kahkahalardan boğulurken, hayat ellerimden akıp gidiyor. lanet olsun bi türlü yakalayamıyorum hayatı !
ama arkasından gerizekalı bir çocuk gibi koşmam o kadar komik ki....

o kadar komik ki.. beni manikdepresif yapıyor.

lanet olsun, ardından obsessifcompulsive yapıyor. ardından fobiler başlıyor hayatıma dair.
önce Hedonophobia (haz duyma fobisi) oluyorum, sonra bu Medomalacuphobia'ya dönüşüyor (Seks sırasında cinsel olarak haz almama fobisi)...

nası bi hayat yaşıorm artık farkında değilim, tek işim fobilerimle uğraşmak oluyor. fobilerim tetiklenme sırasıyla bir yıl içinde şunlar oluyor ve geçmiyor fobilerim:

Oneirogmophobia- Seks rüyaları fobisi.
Homophobia- Monotonluk , homoseksüellik veya homoseksüel olma fobisi.
Hamartophobia- Günaha girme fobisi
Ereuthrophobia- Utanıp kızarma fobisi
Glossophobia- Konuşmaya çalışma ya da toplum içinde konuşma fobisi.
Allodoxaphobia- Fikir yürütme veya övgü alma fobisi
Katagelophobia- Küçük duruma düşüş fobisi
Hereiophobia- Düzeni değiştirecek radikal bir hareket veya ihtilal yapma korkusu

ardından bir avuç hap içmeye başlıyorum, sevgili bilim benim için sürekli yeni hastalıklar geliştiriyor.

her gün yeni bir hastalık çıktıkça, bilim adamları yeni ilaçlar çıkıyor ve yeni ilaçların alternatifleri de çıkıyor.

yıl 2009 ve yılda 15000 yeni ilaç piyasaya sürülüyor. yapma doktor! daha bu ilaçlara yeticek kadar hastalık çeşidi yok elimizde...

doktor: o zaman senin yeni fobilerin var evlat diyor.

Hydrargyophobia- İyileştiren ilaçlar fobisi.
Pharmacophobia- İlaç kullanma fobisi

hop! iki yeni fobim ve iki yeni ilacım oluyor. ardından bunların heposine inanmam için sebep sormaya başlıyorum, artık tedaviye başladığımdan daha mutsuzum, sürekli gülüyor ve uyuyorum ama içim eksik. bomboş hissediyorum, evrenin karadelikleri içimde sanki... ruhum uyuştu bu haplardan.

doktor bana: bunlar yanlış olamaz, hepsini bilim buldu, bilimsel adları var diyor.

bilim bir saçmalık doktor diyorum, bu isimleri de sadece latince, seni gerizekalı..

Hellenologophobia- Yunanca deyimler ya da kompleks bilimsel terminolojiler fobisi
hop! yeni bir fobi...

ne çok fobim oldu diyorum doktora, söylediğim her şeyin bir fobisi var doktor, düşünmek bir hastalık sanki artık...

Phobophobia- Bir fobiye sahip olma fobisi.
Ideophobia- Fikir fobisi
hop, iki fobi daha..
---------------------
doktor merhaba! ben geldim. elinizde ne işe yaradığını bilmediğin ilaçlar var mı? sen ilaç sanayiine hizmet eden şeytanın tekisin, artık ilaçlarından da senin tedavinden de korkuyorum. amacın ne doktor?

Pantophobia- Her şeyin fobisi..

o kahve rengi koltuk mu? onu hatırlayamıyorum, her hafta nerede oturduğumu farketmiyorum terapi! odamda. artık, tamamen sabitleştim, haplarımı kullanıyor, düzenli olarak isteneni yapıyor, günde 15 saat uyuyorum.

sistem ve bunun yardakçısı psikiyatrlar-doktorlar-yargıçlar-bilim adamları bunu daha fazla yapmamı sağlıyor. ve kopamıyorum sistemden...

zincirin bi parçası olmak zorunda değilim, istenilen standart-emsal vatandaş olmak zorunda değilim, ama sistem yutuyor. içine çekiyor. tek kurtuluş..

mınıskm doktor.. bana psikolojik tedavilerin olumlu olduğunun garantisini ver... vermezsen...

gülegüle sana, ben intihara gidiyorum.

rahat olduğum bir dünyaya gidiyorum. sana göre intihara, bana göre sitemden kopmaya, ölüme gidiyorum.

toprağa gidiyorum...

kendi arachibutyrophobia(Fıstık ezmesinin damakta kalması fobisi)mla mutlu olmaya gidiyorum..







-devamı gelir..




5 Mayıs 2009 Salı

toprak bazlı yüksek dozlu laf sokucu



seyrederim, seyredersin...

seyrederim... seyredersin...

seyreder de görmezsin belki; kim bilir?

kim bilir bir sabah uyanırsın, dersin ki kendine: ulan ne güzel bi gün lan. kapımda arabam var, ev benim, plazma tvim, buzdolabım, akşama fitness var... var ulan var.. yaşamak bu..!

o gün pazardır, olmadı cumartesi..

pazartesi saat altı buçukta kalkar paşa paşa işine gidersin. üstüste 5 gün. bu durum da, iyi bi yere gelebilmişsen böyledir, artık insanlar haftanın altı günü çalışıyor farkında mısın? bunun sonu yok ...

haftanın lanet altı günü işe gidersin, asgari ücretini alırsın. ve bakarsın eline 550 Tl geçmiş. sevinirsin birde deli gibi.. 200ünü yeni plazma tv, yeni koltuklar, yeni cep telefonu vs almak için biriktirmeye ayırırsın... zekisin sen çünkü, paranın kıymetini bilirsin.

öte yandan, eline geçen 566 liranın 100 lirasını kesintiler adı altında devlete, ssk'ya bırakır düşünmezsin bile. ayda 100 liradan yılda 1200 lira yapar. devlet senin başında bütünlüğünü korumak ve güvence altına almak için bu kesintiyi yapar. haklıdır.. sağolsun devletim benim.
sonra tüm bu eşylarının evinin, babandan kalan köydeki bahçenin, arabanın, sigorta primlerinin, dayanıklı tüketim mallarının, bankadaki paranın, haberleşmenin, çöpünün, kullandığın çevrenin, doğalgazının vergisini verirsin. e tabi, o yüce devlet kurumu bunları da sana sağladığı için bir miktar ona da ayırman gerekir. bu vergiler de yılda iki ay verirsin altışar ay arayla, ohhh koymaz bile sana.

hemen bilinçli bir vatandaşlık görevi olarak beyannameni doldurursun, vergi dairene gider, vakti geldiği zaman hepsini peşiin peşin verirsin...

devletin seninle gurur duyar. senin için seçim arabaları çıkarır basbas bağıran, bide mitinglerde belli alanlar sağlar...

sahi miting demişken, bir mayısta o polisin ayağını kıran gerizekalı, (haber programlarına göre: vandalist) vandalistlerin yüz karasıdır. devletin ve vandalizmin en çürük parçasıdır, yazıklar olsun ona.

hepsinin ardından, vergilerini verip eline kalan parayı kastediyorum, elindeki para 300 liradır. aylık 200ünü de ayırdıktan sonra elinde alnının teriyle kazandığın 300 liran vardır. yenmeyi bekleyen.

bakkala girersin bir paket sigara alırsın %18 kdv verirsin, şeker alır %8 kdv verirsin, yiyecek içecekte %8 kalanlarda %18 kdv verirsin, evine su faturası gelir ona da kdv dahildir, telefon faturasına da...

üstelik telefon faturasına dikkatli bakarsan iki farklı kdv vardır. 1- kdv miktarı; 2- kdv matrahı..
"ulan bu ne olaki lan iki dane gadeve geydirmişler" dersin ama umursamazsın. sen devletin gurur duyduğu, hakkı yerindeyse, kaliteli bir vatandaşsındır.

elektrik faturan gelir, ona da kdv dahildir, "e ama vergisini verdiydik biz bunun" demezsin... çünkü zekisindeir sen, paranın kıymetini bilirsin.. devlete karşı çıkılmaz yoksa tüm paranı elinden alır senin, bide içeri tıkar.

haa sahi hepsinden ziyade sen bide askerlik yapmamışmıydın sen bu vatan için? hani en verimli ve en güçlü yaşların olan 20li zamanlarının 18 ayını oraya vermiştin.. ha bide vergiler var, ha bide asgari ücret kesintileri, ha bide alırken verdiğin stopaj vergiler.

ulan sen var ya, harbiden zeki adamsın be vandalist. sen bu devletin pek sevgili kulusun.
gerçekten, haber bültenlerinin dediği gibi: yazıklar olsun sana vandalist.

sen vandalistlerin yüz karası, lumpenliğin dibine vurmuş aptalın tekisin. madem bu kadar sevgili bir vatandaşken eline bir kafa kırmak, bir bina yıkmak, bir eylem yapmak fırsatı geçiyor. sen bacak kırıp, cam kırıp, yürüyüp, gazını çıkarıp dönüyorsun.

sonra pazartesi sabahı altı buçukta kalkıp paşa paşa tekrar işine gidiyorsun... üstelik belki altı belki beş gün..

farkında mısın bunun sonu yok... ya vandalistsen bi vandal olmalı yakıp yıkıp yeni bir sistem kurulana kadar canını vermelisin, yada uzlaşıp gözünü açıp yeni koşullar getirtmelisin. ki tercihim can yakılmamasıdır..

iyisi mi sen hiç can yakılmaması için iyi bir vatandaş ol..

kim bilir 50-60lı yaşlarına geldiğinde devletin sana bi güzellik yapar da, ssk kuyruklarını kaldırmayı başarır. ha tabi şimdi ilaç alma süren 10 günde bir maksimum. o zaman ayda bir olabilir ona karışmam. ilacın da 7 günde bir bitiyorsa benim elimde değil canım. hesabını biliyosun ya dikkatli iç...

ha seni bu hastalıklara iten şey, devlet ve onun içerdiği sistemler kargaşalarıysa, bu da benim elimde değil..

e bu sistemi sen istedin.. susmak kabullenmektir..

değil mi dir?



o zaman seyret bak..



seyredelim, seyredersin..

seyrederim, seyredersin...

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Nefret Bulantıları ve Küçük Renkli Şeyler

Nefret bulantılarıyla uyandı sabah..Bir sigara yaktı.. Odadan çıkıp mutfağa gitti çay demlemek için, bir yüz gördü kustu... Bir yüz gördü sustu.. Bulantısı geçti.. Sonra bi sigara daha yaktı. Haberlerde birileri birilerini doğruyordu, fenerler yanıyor fenerler sönüyordu... Bir fener yaksa olur muydu? Ne bileyim, olur muydu?

Çay demlendi, kokusunu çekti burnuna çay sevmeyen insanları anlayamadı.. Salatalık ve havuçları soydu... Kahvaltı sofrası iştah uyandırmalı renkli olmalıydı... Dışarıda ve içinde olmayan o rengi görmeliydi gözleri günde bir kere de olsa... ses yoktu bu sefer,  ses olmalıydı, suskunluğunu bastıracak yalandan bir ses ne söyleyeceği önemli değildi. Oturdu olabildiğince yavaş kahvaltısını etti. Bulantıları gene başladı bi sigara daha yaktı.

Dışarı çıkıp nefret dalgasının içine karışma vakti gelmişti.. Eskiden direnirdi. Her yanını kas ağrıları kaplardı ne yazmaya elleri ne yürümeye ayakları kalırdı. Sonra zevk almaya çalıştı bu sefer eve döndüğünde sahtekârlığının gözyaşları içine gömdü kendini. Artık olmadığı bir şeyin içinden çıkartmaya çalışıyordu kendini. Hem kendisi hem yüzler hem sözler onu o kadar çok gömmüştü ki bir çuvalın içine artık boğuluyordu. Artık kendi gözleriyle değil çuvalın delikleriyle görüyordu her şeyi. Aslında bu çuval onu her şeyden koruyordu. Çünkü ne tam duyuyor ne tam görüyordu.. Onu üzecek şeylerin hepsinden bir çuvalın içine girerek kurtulmuş saklamıştı kendini.. İçindeki her şeyi korumak için ve dışındaki her şeyden korunmak için çuvalın içindeydi. Dün gece sıyırıp attı üstünden çuvalını ve nefret bulantıları öyle başladı. Küçük renkli şeyler vermişti bakkal onlardan içiyordu geçsin diye bulantıları.. Tamam, renkli değildi ama bir renk bulmak istiyordu onlarda.. “Renkler hep vardır mesele onları bulmakta” diyen anlayışa inanarak... Minibüslerden nefret ediyordu, özel taşıtlardan da.. Özelinin de toplusunun da ta bir yerlerine “oturmak” istiyordu. Yanına oturduğu insanların kalçaları ve kollarıyla temas halini sevmiyordu..nefeslerini duymak da istemiyordu...

Kampüse vardı, adına şenlik dedikleri şeyden vardı insanlar atlayıp zıplıyor, kahkahalar atıyor “kuşlar gibi” cıvıldıyorlardı canlarım... Kalabalıklardı.. Hiçbir zaman insanların bu kadar çok insanla birden eğlenebilmesini anlamamıştı. “Bir insan herkesi sevemez herkese bu kadar yakın olamaz” derdi inatla.. Ama artık önemli değildi.. Çünkü hepsini aynı görüyordu gözleri siyah ve beyaz... Ama hiç beyaz yoktu öyle ki aynaya baktığında bile siyah vardı... Kendisinin de et yığını olarak gördüğü diğerlerinden bir farkı olmaması sıkmıyordu canını çünkü üzümler birbirlerine baka baka kararırdı... Baktığı her insan yüzünde, içinde siyah bi leke bırakıyordu.. Bakması bu lekelere neden olurken konuştuğunda olanlardan hiç bahsetmiyorum...Ki artık kimseyle konuşmuyordu.. Konuşmamayı en etkili yöntem olarak görüyordu sakinliği yakalamak için, ama her geçen gün içindeki nefret bulantısı çoğalıyordu.. Bi sigara yaktı yakındaki bir ağacın altına oturdu.. Simsiyah bir yüzün geçmekte olduğunu gördü, bulantısı dayanamayacak bir hal aldı, yanına gitti, simsiyah “şey” konuşmaya başlar başlamaz dayanamadı, kustu..

Yaşadığı zevkten beyni uyuşmuştu adeta... Renkli şeylere gerek yoktu bugün...Çünkü her şey renklenmişti birden. Sırtüstü yattı... Bitmek bilmeyen dalgaya bıraktı kendini... Bir fener yandı...Dönüyor...dönüyor...dönüyor... Hiçbir yere gidesi yoktu... uçtu uçtu yok oldu... Ondan geriye bir tek çuvalı kaldı...

 
>