25 Şubat 2009 Çarşamba

van minut (ayar!)


komikler lan. vallahi komikler... şu tabuları olanlar...

zamanında (buralar hep tarlaydı) "müstesna işler"in yazarı olan "eva" demişti ki;

seksle ilgili yazınca herkes bi sktr olup gidiyo, ne kıt kafalı bağnazlar. accık konuşmaya bile gelmiyo, demişti. (ben değiştirdim, tam olarak başka demişti) (anlam benzerliği vardı) (tamamen katılıyorum)

ben de o yazısının altına yorum yapmıştım; "bi sex, bi de din hakkında kaldıramıyo bu insanlar eleştrileri" demiştim...

şimdi bişi daha ekliyorum. siyaset hakkında yazılanları da kaldıramıyolar. bi bakıyosun izleyenlerin sayısı düşmüş. bu durum çok ta skmde sanki ama neden karşı görüşleri reddetmek için görmememzlikten geliyor insanlar?

tamam başka bişi savunabilirsiniz. oley. ama onun fikirlerini de bi öğrenip neden lafı o adama tıkamıyosunuz ki...

bu aklı evvellerin yaptığı şey, ne bi siyasi partiyle fikirlerinin uyuşması, ne bi dine gerçekten inanmak, ne de sex hakkında bişiler bilmek.

evet bu salakların yaptığı şey her şeyi bi kenara bırakıp takım tutmak.. din değil, siyaset değil. takım tutmak.. "bizim takım oley.. gerisi bi hiç.. yaşasın bizim takım demek gibi bişi.."

yolda görünce "top"lara laf atan, ama bi top tarafından beyni yıknamış insanlar.

acayip insanlar.. düşünsel özürlü, hatta sapkın düşünceli...

NOT: eva tam olarak şunları söyledi: http://www.mustesnaisler.com/2009/02/ayar.html

23 Şubat 2009 Pazartesi

dünyanın en uzak yerine git ve bir daha dönme

nefes alıyorum, o halde varım.

yaşıyorum, o halde varım.

buradayım, o halde varım.

düşünüyorum, o halde varım.

burada olmadığımı düşünüyorum, o halde varım.

ben burada değilim, o halde varım....

???

batmanda petrol bulundu. türkiyenin tek petrol kuyusu. çıkartmıyoruz.. bilmem. belki topraklarımızdan petrol çıkartmamız yasaktır. o halde biz "türkiye" olarak varız.. evet. israile rest çektik, IMFe rest çektik, natoya üyeyiz, buna ramen avrupa birliğine aday üyeyiz, daha niceleri, kyotoyu bile imzaladık. yüce devletimiz kabul etti. varız biz. kesinlikle varız. ama petrol çıkartamıyoruz..

dünyada işsizlikte 4. sıradayız. o halde varız. biz süper bir dünya ülkesiyiz. orta doğunun yeni lideriz, o halde varız..

bu ülkede 5 milyondan fazla işsiz var.. üstelik altı sıfır atılmış hali bu. evet işsilik değer kazandı sıfırları atılınca. bu yüzden ben bi işsiz olmayı arzuladığım kadar hiç bişi arzulamıyorum. paranın da sıfırlarını attık. eminim başka bi ülkede yaşıyor olsaydım herhangi bir TL'ye (türk lirasına?) sahip olmak için din bile değiştirirdim.

işsizliğinde cilalanmış rakamları bunlar. beni kimse işsiz saymadı biliyorum. abd de kriz yüzünden yaşlılar harekat başlattı. "yaşlılık hareketi" diyorlar. dublinde 120 bin kisi ayaklandı. çinde bile sayısız ayaklanmalar ve eylemler var. irlanda da 100bin kişi protesto yapıyor. ve daha niceleri...


bence bi ülkede 5milyondan fazla işsiz varsa ve kimse ayaklanmıyorsa, korkacaksın.

bi insan msnde iletisine "uyuyorum" yazıyorsa, korkacaksın.eminim o insanın verdiği sinsi bir mesaj vardır.

demek istiyordur ki: "uyuyorum yani şu anda her şeye uyumlu gözüken bi insanım. istediğinizi yapın. ben her şeye uyarım abi. ama sıra bana geçtiği gün ananızı sikerim."

eminim 5 milyon işsiz de hala uyuyordur. hala o yüzden aynı partiyi destekliyordur. bütün bu işsizler diyor ki:

"biz uyuyoruz. bize fırsat geçtiği an ananızı sikeriz. hatta dünyayı bile değiştiririz."

ama bi insan bunu diyorsa, hayal dünyasında yaşayan embesil bi orospu çocuğudur. çünkü herhangi bir "seçim zamanı", "oy verme hakkı" ona verilmiş bir şanstır değişim için. ama o düşünce özürlü, kuş beyinli öküzler (evet tam olarak bu) yine bi önceki seçimini yaparlar.
ve sonra derler ki:
"elime bir şans geçsin, hepinizin anasını sikicem ben." onun beklediği şey mucizevi şeyler.

örneğin başbakan yada en azından belediye başkanı olmak. halkın, "aa evet bu adam süper bunu seçelim" diyip bi an onu seçmeleri. evet o embesiller bunu arzuluyor.

geç bunları. bunlar sadece hayal dünyasında yaşayan adamların yazdığı romanlarda ve uyarlamaları olan filmlerde ve her akşam izlediğin ve senin beynini yıkadıkları o dizilerde olur.

bi ülke dünya üzerinde işsizlikte 4. sıradaysa ve hala sessizlik hakimse, korkacaksın.

o insanların hepsi afyon kullanıyordur. (din toplumların afyonudur.) o insanların hepsi mükemmel bir hayal dünyasındadır.

sen hiç afyon kullandın mı? mükemmel bi duygu... o an bulutların üstündesin. ve hayatında hiç bir an tanrıya hiç bu kadar yakın olamazsın. her anlamda.. hatta neredeyse sen bir tanrısın. hazların doruğunda hafiflemiş, nirvana duygusunun ırzına geçmişsin gibidir. nirvanayı bile taocu sexle tatmin edersin. o derece..

uyuşuyorum, o halde varım.

uyandığında, mutfak taşının üstünde yarı çıplak haldesindir ve bir kış günüdür soba yanmayan. resmen amına koyulmuş bir halde uyanırsın. ve sadece tecavüze uğramış olsan şükredersin. zatüre olmuşsundur. titreyen bir zatüre. ve kas spazmının hükmettiği bir vücudun vardır.. cüzzamlı bi yawşak gibi hissedersin kendini. ama cüzzamlı yavşaklar seninle dalga geçer.

her neyse.. ben yerel seçimler oyumu recebin partisine vericem yine. evet yerel seçimin aslında partiyle alakası yoktur ama düzen buraya getirdi işte. o yüzden oyum yine recebe. duasıyla, güler yüzüyle kendisi tam bir veled-i zinayı andırıyor bana.. alemlerin veled-i zinası.

oyumu recebe veriyorum, o halde varım.

işsizim, o halde varım.

ben bu ülke için koca bir hiçim, o halde varım.

ben türküm(?), o halde varım.

dünya türk olsun, o halde varız. (böyle bir hareket vardı bi ara) (sahi nooldu ona?)


biz kendini kaybetmiş mallarız, o halde varız.




biz yalnızca olmak için varız, o halde varız işte..

20 Şubat 2009 Cuma

hadise yaratacak bir yazı



obaaa.... nedir lan bu saçmalık. az önce show tv'de bi haber:

KIRMIZI HALI HADİSESİ...

içinde Hadise denen kevaşenin olduğu bi haberi yaparken "bilmem ne hadisesi" yada "bilmem nerde hadise" diye başlık yapmak ne kadar yaratıcı anasını satiim. kesinlikle bi "gazeteci" yada "araştırmacı yazar" olmalı bu başlığı atan. ne kadar yaratıcı yurdumun tvleri.

mesela Tv8 denen mal kanalda "Ebruli" diye bi program var, ondan sonra sunucusu Beyazıt öztürk olan bi programın adı "Beyaz Show", eskiden de bişi hatırlıyorum, "acun firarda" diye bişi vardı. aslında daha niceleri var aklıma gelmeyen. (ve ben tv izlemeyen, sadece her gün 10 dk göz atan bi adamım)

harbi nasıl bu kadar yaratıcıyız şaşıyorum. şahsen benim 40 yıl düşünsem aklıma gelmez o programın adını "ebruli" koymak yada "beyaz show" adı...

vay anasını diyorum.. mal oluyorum... masmal oluyourm..


derken şimdi star tvde hadise kevaşesinin Düm tek tek şarkısını tüm çocukların ezberlediği haberi yapılıyor ve manşeti: Çocuklar ezberledi...

tüh bu başlık yanlış olmuş.. "çocuklar hadiseyi ezbere biliyor" olmalıydı..!

ulan nasıl bi zihniyet lan bu? hem daha geçen güne kadar ezberciliğe karşıydık... hani eğitim filan ezbercilikle olmazdı.. ama şimdi bu ilk okul çocukları hadisenin şarkısını okulca bi ağızdan söylüorlar..

nasıl lan? benim kafam basmıo.. malak oldum, dumur oldum.. şok oldum.. oha filan oldum.. kafamda milyonlarca sorularım, böyle ülkenin amına koyarım, medyayı da gazla pompalarım, rapte yaparım, yüzyılın yavşağıyım yow yow.. ow ye kamon resinpiğs..

ben de hadise yaratan bu frikiği yayınlıyırum sayın okurlar..

kirpilerim oldu nur topu gibi.





Beslemek isteyenlere kargolanır. tane fiyatı 30 tl :p

TODOR diye biri

(dokunmadan aktarıyorum)

...
Biz kaçamaklardan bahsettik daha çok. Oysa çekip gitmek daha başka şeyler ifade ediyor. Biraz kendimden anlatmaya çalışayım. Ne de olsa 5 yıldır İstanbul il sınırlarına girmedim. Çekip gitmiş sayılırım biraz.

Küçüklüğümden beri hayvanları ve bitkileri çok severim. İnsanlığıda severdim tabii o zamanlar. Çocukluk işte.

Sonra büyüdüm ve gördüm ki, insanlar tek tek sevilebilse bile insanlık çokda sevilebilecek bir şey değil. Devamlı savaşlar, hergün artan suçlar, şehrin göbeğinde hüküm süren orman kanunları, çıkarı olmadan iş yapmayan memurlar, tüccar mantıklı politikacılar vs vs. (listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz)

Ben ne yapabilirim bütün bunlara karşı dedim kendi kendime. Hiç bir şey. (bunları tartışmak değil niyetim, sadece düşünce olarak anlaşılabilmek için belirtiyorum)

30 yaşında askerden bekar olarak döndüğüm zaman önümde iki seçenek vardı,ya eski işime (Star TV, Ses Editörü) devam edecektim ve iyi kötü para kazanarak plazma tv, 2048kbps internet, gece 04:00 da bambiden kaşarlı dürüm yeme gibi lükslerim olacak, emekli oluncada (20 sene sonra) bahçeli bir ev alıp, tavuğumu köpeğimi besleyecektim. Yada şimdi gidecektim.

Eğer 20 sene bahçeli bir evde tavuk beslemek için çalışacaksam plazma tvde DVD seyretsem ne olur, seyretmesem ne olur!

Bastım geldim yalovaya. Paramın yettiği bir arsa aldım. O sırada devlet deprem için yapılan prefabrikleri satışa çıkarmıştı, onlardan aldım. İki sene prefabrikte oturup, yavaş yavaş evimi hazırlamaya başladım. Hala da yapıyorum bi yandan. Hiç acelem yok. Elimden geldiğince, yavaş yavaş.

İnternet 5-6 ay önce bağlandı ama yarım yamalak çalışıyor. Çeşmeden suyum akıyor, düğmeye basınca lamba yanıyor. CNBC-E dizilerini seyredebiliyorum. Hayattaki bütün lüksüm budur şu anda.

Karşılığında ne mi elde ettim;

İstediğim kadar kedi, köpek, kuş bakabiliyorum. İstediğim kadar yüksek sesle müzik dinleyebiliyorum. Domatesimde hiç bir şekilde suni gübre, ilaç yok. Sütümde kesinlikle antibiyotik kalıntısı yok. Sabah beni kuşlar uyandırıyor. Evimde perde yok, çünkü etrafta içeriyi görmesini istemediğim kimse yok. Fidanlarım büyüyor (bazıları meyve veriyor artık)
Bu listeyide uzatmak mümkün tabii...

Tuna Kiremitçi'nin bir yayınlamadığı bestesi vardı, sonra şiir kitabına koydumu bilmiyorum. Ama yukarıda anlatmak istediğimi çok güzel özetliyor:

İstanbul büyük şehir. Düşlerimse çok küçük.

Uzun oldu, baş ağrıttıysam kusuruma bakmayın artık.
------------------------------------

ne güzel diyor Todor. benim için yerli bi ilahtır her ne kadar benim yaşadığımdan haberi olmasa da.. "ne acayip insan hayatları" diyorum bu adamı tanıdıkça kendime.

kendisine agaclar.net'ten ulaşabilirsiniz. bende ordayım..

19 Şubat 2009 Perşembe

geldiler

hayat çok saçma lan. doğuyosun, yaşıosun bi dönem sonra ölüosun hop bitiyo. bi ton üzüldüğünle güldüğünle kalıyosun, demek isterdim ama kalmıyosun.

arkada kalanların seni andığı kadar varsın diyeceğim, ama istedikleri kadar seni söylesin dilleri, ne yararı var ki...

bitti.. bitti işte. öldün. öldüm. öldük.

(bi ihtimal)
şimdi biri "hayat saçmaysa at kendini köprüden" dicek ama şu an zaten memnun olmadığım bi yerdeyim.
ve
her ölüşümüzde bir kat daha dibe gözlerimizi açıyorsak ve ben daha ikincisindeysem?

ee şimdi n'olcak?


18 Şubat 2009 Çarşamba

ot - kedi otu (kedi ve ot sevenler size diyorum!)

mını skm çok hastayım olm. yatıyorum yatıyorum kafa mal gibi. cuma gününden beri işten erken çıkma bahanem olmasından şikayetçi değilim tabi ama insanın zinde olmaması ne kötü lan..

hem beni kim görse: "ilaç içiyo musun?" diyo. ilaç ne mına koyim lan.. ilaç ne? bi ton ilaç var.

he içiyom ben. cumadan beri 1 kutu prozac çaktım anasını satiim hala nezleyim. nooldu doktor? o da ilaç değil mi? ne baktın suratıma.. ondan kafa mal gibi zaten.

kimyasala karşıyım hemşo anlamıo musun? yok haptı, ilaçtı... geç bunları babo. bi içiosun. bu tarafı düzeltiyo ötekisini yamultuo..

yıllar yıllar önce, migren tedavisine başladım. doktor 3 farklı "ilaç" yazdı. bi de üstüne "sen psikolojik tedavi de gör" dedi.. "ilaç"ların biri sakinleştirici, biri uyku problemim olduğu için uyku haplarından biri, öteki midem ağrıyınca kullanmam için ağrı kesici. sokim öyle tedaviye lan ben.
o tarihte hapları çakıyorum günde iki kere, kafa zaten bi dünya. kullandığım hiç bişi ööle yapmadı lan beni. ne trafik kazası kaldı yapmadığım, ne dayak yiyip eve dönmediğim. "ne kafası bu hacı" dedim kendime. "sokarım" dedim "kimyasal yok".

o gün bu gündür, her şeyi bitkiselle tedavi ediyorum ben. mesela geçenlerde elimi yardım bıçakla. (evet malım) (niye vida sıkmak için bıçak kullanıyosun ki?) herkes tutturdu bi dikiş attıralım, yok yara kapatıcı toz alalım eczaneden. bu ne panik lan? eski şavaşlarda adamların kolları kopuyomuş. ne öyle steril dikişler ne de yara kapatıcı toz varmış.

dedim "bi gidin lan." aldım sigarayı yaktım önce, yarısını içip küllerini biriktirdim. biriken külleri yaraya döktüm kan durdu. kesiği kapatmak için de bastım sigarayı yaraya. bi saat sonra da "zeytin yağında bekletilmiş kudret narı" sürdüm. oh mis. geçti işte.. ne dikiş izi var ne yara izi. daha bi ay oldu-olmadı. hem dikiş attırsaydım daha yeni aldırmıştım, ve haftada bir pansumana gidiyodum..

neyse nezleyim işte. ilaç kullanmıyorum, zencefilli- kara biberli - ıhlamurlu - limonlu filan böyle karışık bi bitki çayı içiorm.

bitki filan demişken, öyle aktardan almak filan da yok. onlarında alayını ya hormonlu yada seralarda üretiyolar zaten. öyle tedaviye de sokim. kendi bitkini kendin yetiştiriceksin kanka. bildiğin doğal gübreyle filan. yada çıkıp doğada filan topla işte. tabi hangi bitkinin ne olduğunu tanıyosan. ben tanıyorum misal. hep kendi bitkimi, ağacımı, baharatımı, otumu kendim yetiştiririm.

organik hayat diyorum abi. bursada da bunu anlata anlata, "organik yaşam" akımına dahil ettiğim iki üç kişi var. ne mutluyum mesela. bende olmayan bi bitki onda olabiliyo, onda olmayan bende olabiliyo. hem herkes daha az çeşidi daha iyi yetiştiriyo. uzman tadındayız. hepimiz uzaman olduğu ağaç ve ot ayrı. (ot demişken kekikte bi ottur) (bütün bitkiler ot değil midir zaten? :P)

uzun lafın kısası, bi ton bitki çeşidim var şimdi. ama eksik olan, arayıp bulamadığım bi kaç çeşidim kaldı. bunlardan biri "kedi otu." (valerian root - latincesi) (aha bu fotodakinden)

kedisi olanlar bilirler; bu ot kediler için süper bi afrodizyaktır. hayvancağız kokusunu duysun, kökünü bile yer bunun. ben de kökünü ve yapraklarını çiğnemek istiyorum bu sevimli ve masum bitkinin.

fekat sandığınız gibi bu sevigli ot insanlarda afrodizyak etkisi değil de; "yarım dideral ('ilaç') çakıp, üstüne de iki fırt güldüren çekmişsiniz" etkisi yapıyo. hemide organik işte..
bundan arıyorum. bursada çiçekçilerde tohumcularda vs bulamadım. ayrıca kesinlikle yasal bir bitkidir. hatta organik destekçisi "doktorlar" bunu, benim gibi migreni ve insomniası olanlara öneriyorlar. ondan arıyorum yani. yoksa fazla doz kullanıp kafa yapmak gibi bir niyetim olduğu sanılmasın.

vel'hasılı - kelam (arapça sözün kısası demek); bu ottan yada tohumdan elinde olanlar:

Bana bi selam çakın. kargoyu da karşılarım allahıma.

NOT: benim gibi gripten kafasını kaldramayan aklı selimler; bol zencefilli ve ıhlamurlu çay için. bide c vitamini. (yarım baş sarmusaada yuddun mu bişeciin komaz) ahahah

13 Şubat 2009 Cuma

bu bir oyun

"evimden çıktığımda cebinde parası olan-olmayan, güzel giyimli, saçmalık uğruna savaşan, karanlığın üstlerine sindiği, kibirli, çürümüş; et, kemik parçaları ve kısırlaşmış beyinler görüyorum."
uyandım. "lanet olsun" dedim. "yine boktan bir dünyada uyandım, yine lanet olası bir sabah"
ve her şey dün gece nasıl bıraktıysam öyleydi. değişen hiç bişi yok. hep aynı insanlar.. hepsi herkes gibi.. düşünme özürlüsü..

ağzıma bi kaç bişi atıp çıktım hemen. ofise gitmek için minibüse bindim. yine aynı şöfor.
"sabahı şeriflerin hayr'olsun" dedi, sakallarının cami gibi kokan kokusunu yan koltuktan alıyordum.

"lanet olsun sana da" diyemedim.. "hangi sabah? - şerif kim? - kime göre hayır olsun?" sorusunu sormak istedim. ama anlamazdı o. günahtı belki bunları sormak. bu kadar dogma olamazdı bir beyin. bu kadar kısır...

zaten her sabah aynı hat üzerinde aynı minibüste aynı insanlarla ve aynı dialogla gidip gelen bi adamdan düşünmesini bekleyemezdim.

aslında düşünürdü o da.. evet.. örneğin düşünüp çözüm ürettiği bir olay vardı. tebrik etmiştim kendisini. hatta belediye başkanı bile tebrik etmişti.

kara yolunun belli noktaları KARA NOKTA diye tabir edilir. genelde oralarda yolun eğimi bozuktur, çizgi- işaret levhası yoktur, kaygan yol vardır vs... bu sebeplerden en çok kaza-ölüm olan yerler Kara noktalardır.

Minibüsçü şemsi bunlardan biri olduğunu biliyordu, her sabah servisi çektiği yolun üstünde. her gün bir kaza vardı o kavşakta. ve belediyeye şikayet etti.

belediye bu kara nokta için ne yaptı? önce işaretlendirmeler vs.. ardından kara nokta sendromu çözülemeyince o mıntıkaya hemen bir ambulans ve hastane koydu. hastaneye de bolca ceset torbası bağışı yaptı. sonra minibüsçü şemsi'ye bir tebrik yolladı.

artık sorun çözülmüştü. insanlar o kara noktada gönül rahatlığıyla kaza yapıp ölebilirlerdi.
"evimden çıktığımda cebinde parası olan-olmayan, güzel giyimli, saçmalık uğruna savaşan, karanlığın üstlerine sindiği, kibirli, çürümüş; et, kemik parçaları ve kısırlaşmış beyinler görüyorum."

aslında hepimiz biraz Şemsi'yiz. örneğin o deprem sigortaları (DASK). o ne lan öyle? artık herkesin DASK yaptırması zorunlu tutuluyor. neden?

ebeveynler gönül rahatlığıyla depremde ölsünler, çocukları sağ kalırsa sigortadan para alıp, bir dahaki depreme kadar yeni bir ev alabilsinler diye..

"evimden çıktığımda cebinde parası olan-olmayan, güzel giyimli, saçmalık uğruna savaşan, karanlığın üstlerine sindiği, kibirli, çürümüş; et, kemik parçaları ve kısırlaşmış beyinler görüyorum."

sonra işe giriyorsun, hemen SSKnı başlatmalarını istiyorsun.. neden? gönül rahatlığıyla hasta ol, sonra geber diye..

ama o işin seni ne kadar hasta edebileceğini düşünme sakın. hatta kanserojen maddeleri, verdiği stressi, hatta bi gün delirme ihtimalini sakın düşünme..

güneşin siyah olduğuna inandırıyor birileri, ve sen bunu sorgulama sakın. o siyah, o karanlık üzerine siniyor. ve ben bir sabah uyanıp "lanet olsun bu dünyaya" diyorum. ağzıma bişiler atıp evden çıkıyorum.
ve

"evimden çıktığımda cebinde parası olan-olmayan, güzel giyimli, saçmalık uğruna savaşan, karanlığın üstlerine sindiği, kibirli, çürümüş; et, kemik parçaları ve kısırlaşmış beyinler görüyorum."

ve lanet olsun; her sabah uyandığımızda siyah bir güneşi gerçek sanmak bizimkisi.. ardından bir daha..

10 Şubat 2009 Salı

insomnia - son

can sıkıntısıyla başlardı her şey, belki tanrı da böyle başlamıstır...

içindeki o dürtüye dayanamaz bişiler karalarsın ve sonra biraz daha... belki bi kaç gün sonra tekrar denersin "ya bu daha güzel olursa?" ve eminsindir ki daha iyi olacaktır. sonra tekrar başlar ve tıkanır kalır öylece bakarsın; önce giriş cümlen yoktur, gelişme ve sonuç vardır bişiler yazar silersin ..

"hayır! olmadı tabi ki... yok bu da uygun deil..." sonra bi deneme daha ve vazgeçersin sonunda,fakat yazmak kanser gibidir. durduramazsın. yazmazsan da içindeki o aptal duygu seni kemirir durur. ve yazar olmadığını görürsün ama yok olmamıstır illa yazman gereklidir daha önce yazmıssındır çünkü. bi yaratı vardır ortada, "tekrar yapabilirsin" der. zorlar da zorlar seni..

ve işin kötü yanı gerçekten kötü bi yazar olupta bu duygulara sahip olmaktır. bi türlü ne başlayabilir ne de son verebilirsin. yapabileceğini düşündüğün tek şey budur fakat bunda da kötüsündür. bi hiç olduğunu farkedersin işte o an..

acı bi ölüm gibidir ama ölümün yanından bile geçmez belki. belki de tanrı olmak gibi bi histir bu ve asıl olan budur. bişiler yaratırsın can sıkıntısından, sonra biraz daha derken...

Kim bilir; tıpkı yazmak gibidir tanrı olmanın sonuda.. ki sonu olmasa bile bulunduğun her an böyledir belki. en sonunda bi hiç olduğunu, ne yaratılarının ne de yaratılanın ne olduğu umrunda değildir. hiç kimse tarafından üstelik...

Oturup ağlamak gelir içinden yada sıkı bi son, tıpkı kahramanlık filmlerindeki gibi, ama bakar bakar onu da beceremezsin... üşenirsin belki. gerçek bir başarısızsındır sen. gerçek bir boşa yaratılmış. elden kaçmış belki. senin yazdıklarında aynı böyledir; hepsi bir boşluk ve saçmalığın, o elden kaçmışlığın ürünü. bu yüzden aslında olağanca mantıklıdır ve insanlara doğruyu gösterir. o mükemmel yaratıcıdan çıkan o koca ,saçma, boş, bomboş boşluğu... boşluğun var olmuş hatta hayattaki tüm saçmalıkların vücut bulmuş hali olduğunu söyler tüm bunlar.ama insanlar, diğer insanlar, o boşlukta öylesine kayıptırlar ki bunu ne anlar ne farkeder ne de görebilirler.

kayıp insanlar...

senin onlardan tek farkın; içindeki o boşluğun en güzel getirisi, o boşlukta kaybolmuşluğu farketmiş olmandır. işin kötüsü asla kimseye bunu gösteremezsin, boşluğuna boşluk ekler tüm bu anlatılmışlıklar ve hatta bunları yazarken bile o koca boşluğun daha iyi anlatımı için aradan güzel kelimeleri, cümleleri ayıklarsın... sonsuz boşluğun içine yuvarlarsın aldıklarını "belki bi işe yararlar" diye. tanrının, dünyayı evrenin ortasına savurduğu gibi...

o boşlukta yaşamamış olanlara anlatamazsın bu dünyanın nasıl olduğunu. hiç anlatamayacaksındır da..

bunları düşünür ve hala niye yazıyorum acaba dersin; ama hala o kemirgen yazar içindedir. bırakıp gidemezsin, yazamazsın da....

anlatamazsın hiç bişi
ve böyle son bulur...

7 Şubat 2009 Cumartesi

insomnia - 2

bazen de yorulduğunu hissedersin az da olsa bi moladır bu. içinden ağlamak gelir iki damla göz yaşı süzülür belki...

insan olduğunu farkedersin yada içinde insana dair kırıntılar olduğunu...bu anlarda yalnız olduğun gelir aklına. . yalnızlık ne acayip şeydir?" dersin". gerçekten de acayiptir.

isim bulamazsın önceleri şiir yazmaya çalışır olmadığını görürsün; o koca boşluğu anlatmak için yeterli olmadığını kelimelerin.sonra yine bir kaybediş serüveni daha başlar. herşeyden tükenmişsindir belki de. bu defa gerçek bi sil baştan arar farklı tatlara bakmak istersin içinde bulunduğun rutin kaybedişten çıkıp. "farklı kaybedişler nasıl acaba" diye geçer içinden.


bakarsın ki sen bu kaybedişlerden zevk almaya başlamıssındır anlasılan.... yoksa bu canavar dediğin kemirgen seni tamamen fethetmiş midir dersin ?

düşünmezsin daha fazla; ne de olsa yeni bir kaybediş seni bekliyordur... mükemmel bir mahvoluş hazırlamıssındır belki aklında. en az altın vuruş kadar iyi olacaktır bu mahvoluş. son olacak ümidi vardır içinde çünkü tadını almıssındır bu işin. aklından yine cümleler geçer kağıda dökebileceğin fakat bir ilk okul çağı yazarınınkiler kadar saf cümlelerdir. o heyecana yenik düşmüşsündür.

kayıp bi yolculuk gibidir aklından geçenler yada bilmediğin şehirler arası bi otobüse binmek gibidir. sadece şehrin adını bilirsin yani kaybedişi, sokakları, insanlarını, kahramanlarını hiç bilmezsin o şehrin. ilk kez sahnelenen bir drama kadar iyidir hayalinde...

izlerken acı çekip ağlayacaksın sonra alkışlayıp bir yenisini bekleyeceksindir. sonra yeni bir oyun, yeni bir otobüs, yeni bir şehir, yeni bir yazar, yeni bir şey olacaktır herşey... cümlelerim gibi karmakarışıktır kafan tamamiyle. bu karmaşanın arasında yine yalnız kaldığını farkedersin; "keşke, keşke biri daha olsa bu oyunda" dersin içinden. koltuk arkadasını bekler gözlerin "acaba kimdir?" diye. o koca otobüste yalnız gitmek zorunda olduğunu farkedersin. oynadığı dramanın yazarınında, başrolunde de, yardımcı rollerde de tek olduğunu farkedersin.

yeni bir "neden" sorusu hazırdır artık kafanda. bu mükemmel altın mahvoluş başlamıştır bile..... vaz geçiş yoktur artık. tadını bilmediğin, başka oyunların oynandığı o şehrin adamısındır sen artık. kaybetmeye başlamıssındır.

çok geç olmadan anlarsın ki; aslında ne şehir, ne yeni oyun, ne otobüs farklıdır her zamankinden. önemli olan mekanın, dekorun değişmesi değildir. ve "sen, hep aynı sen olarak kalacaksın" der aklın. "bu da yeni mahvolusun bi parçası mı acaba?" dersin aklına. sorularına cevapların bile hazırdır. hazır olduğu kadar da bilirisin aklının seni hiç yanıltmadığını. yine bir üzülüş bulursun kendine. gerçek bir savaşcı olduğunu düşünürsün. tanrıyla veya tüm metafizikle... yoksa kendinle mi??

..............
belki de insanlık tarihi boyunca yapılan savaşların en kötüsü budur. insanın kendisiyle yaptığı savaş. senin savaşın öldüğünde son bulur ancak ve sen istemeden birilerine miras olarak bırakmıssındır. yanı sıra yapılan en büyük aptallık ta yine bu olsa gerek. savaşcı insanın bulduğu her boşluka kendine saldırması...
"buna bir son verebilir miydim acaba? en azından kendim açısından. evet bir süre kimseye ve kendime saldırmamalıyım.." derdim bazen. iyi insan oluş kararıdır bu ve çok kritiktir; çünkü aslında kimsenin kötü insan olduğu filan yoktur. herşey bir yaradılış gereğidir ve biz yalnızca onu tamamlıyoruzdur. "bu kararı alarak yaratılıs gereğini değiştirebilir misin" derim kendime.... tabi ki hayır... bu da biliniyordur elbet yada yine beceremeyeceğim. çünkü her seferinde olmaz. ne kadar olumsuz ama yaratılış gereği tarafından olumlu.
.....................

yoksa kafam mı karışık? biri bana doğrunun ne olduğunu söyleyebilir mi? göremiyorum yine ve kendimi yine uzaktan izlemeye başladım. biri ben düşmeye başlamadan elimden tutabilir mi?
yoksa altın mahvoluşun gereği mi bu? over dose bir kaybediş....

hayır ben değilim. deli değilim.... ben deli değilimmmm....

6 Şubat 2009 Cuma

insomnia - 1

bir herşeyi kaybetme dürtüsü içimdeki. anlam veremediğim yönünü kesitremediğim uzayıp giden bir yol gibi. her şeyi mahvetme duygusu aynı zamanda.

o duygu başladığı an gözlerin görmez, aklın çalışmaz olur. kilitlenir kalırsın mahvetme isteğine ve biçimsiz bir duygu olarak çeker seni, tarifsizdir. sadece o anı nasıl bozman gerekirse öyle yaparsın. duygunun elindeki suç aletleridir davranışların. kendini dısardan izliyormuş gibi hissedersin, kendini dısardan görür, gurur duyarsın hatta..

bir "güzel haller canavarı"sındır artık, kimse geçemez senin önüne. o anı katletmen gereklidir ve geldiği gibi de öldürür bırakırsın.

...sonra kendimi dısardan izleyen ben, benim yanıma gelir birlikte yere düşeriz. yere düşüş kaçınılmazdır ve toparlamam gereklidir artık, fakat o kadar profesyonel bi katlıamdır ki; hiç bişi toparlanamaz olur. dağınıksındır... beynin paramparça. dönüp kendine patlayan silah gibi. attığın kurşunun seni vurması gibi... ve kendin vuruluşunu saniye saniye izlemek gibi. ne tarif eder ne yazabilirisin o anları.

uykuya dalmadan hemen öncesi kadar bilinçsizsindir ama herşeyi o an bilirsin, bi dahakinde o anları asla hatırlayamayacaksındır. işin en kötü yanı uyku ihtiyacın kadar sık gelmesidir bu duygunun. hatta bu duygu için bazen uykularını bile erteler adını "uyku problemi" koyarsın. çünkü o uyunası geceleri mahvetmen gereklidir. ve önce her şey aptal bi düşünceyle başlar ve tabiki en basiti "neden" sorusuyla...

"neden"...?? insanı ölüme sürükleyebilecek kadar derin, hayatın anlamını bulduracak kadar keskin olan felsefeyi doğuran bu kelime senin gecelerini mahveder. ve düşünür,(belki) cevabı bulursun geceler sonra; oysa arkasından gelecek soruyu hiç umursamamıssındır: "neden düşündüm bu kadar çok?" ve yine değişen bişi yoktur aslında... yine neden sorusudur ve yine yeniden bir mahvetme dürtüsüdür.. asla durdurmazsın kendini. durdurmazsın işte... çünkü sen değilsindir o kişi... içindeki iyi zaman canavarıdır. seni kemirir her iyi anında. canını acıtır, bir kanama hissedersin, sadece hisseder göremezsin.

yere düşüş anına gelene kadar haz verir o anki o yüce katliam duygusu, yükseklere taşır seni. tekrar kendin olduğunda herşey birbirine geçmiş ve düşüşle beraber bir kayboluş başlamıştır.hangisi sensin veya hangisi sendin, hangisi benim dolaşır kafanın içinde...kafamın içinde...

darma duman olmuşsundur artık dramın sonuna gelmişsindir ve "ben deli değilim!" diye bağırmak gelir içinden; bilirsin( bilirim), delisindir (deliyimdir). gerçek bir deliyimdir ben o noktadan sonra. kendi içinde kaybolmuş herşeyi mahvetmeye kilitlenmiş ve tabi sonra yine kaybolmaya.... koskoca bir kayboluştur bu. betimlemeye çalışır beceremezsin, kelimeleri yoktur ve daha önce bunu tarif eden hiç bir yazar yoktur, hiç bir felsefeci, hiç bir sarhoş, hiç bir köşe başı bilgini.. hiç... hiç kimse....

yoksun gibi hissedersin kendini. bir hayat yoksunu.
ki belkide bir köşeye bırakılmıs ve unutulmuş kayıp bir eşyasındır, sadece düşünebilen. her şeyi hayal eden ve gerçekleşmeyince düşüncelerini mahvederek sonlandıran. kendi içinde kaybolarakta unutulmuşluğunun damgasını vurur, yeni bir hayale geçersin.


sonra yine sil baştan...

5 Şubat 2009 Perşembe

Bazen Aşık Olurum Ben

üç anarşist, bir kadın...

üç anarşistin biri kadın,

iki erkek, iki kadın...

toplam dört kişi.. bilinmedik bir yerde...
bir çatı katı veya biraz şarap tadında muhabbetlerde... kaybolmuşlar..

Kayıp...

tanımlar takılmış akıllarına, yenik düştükleri hayatta...
yenik düşmek ayıp sayılmakmış.. ayıbı tanımlamışlar...

tanımlarda kaybolmuşlar...

bilmedikleri bir sarhoşluk sarmış çatı katında.. öylece çatı katında kaybolmuşlar...

ayıp olmuş çatı katında... sahip olmuşlar birbirlerine... sahipliği tattırmışlar kaybolmuş bedenlerine...

zihinlerinde şarap tadı...

üç anarşist, bir kadın... üç anarşistin biri kadın.
toplam iki erkek, iki kadın..
dört kişi...

ve soğuk... ve karanlık....

karanlık, havanın siyah olması değil ışığın olmamasıymış. ışık yoksa karanlık oluyormuş.
ama soğuk, ısının olmaması değil, az olmasıymış... soğuk ta bir ısı tanımıymış zaten...

ve sonra yine soğuk,ve yine karanlık...

ve aşk...
aşk hiç bu kadar tatlı olmamıştı.

tatlı, bir şeyin damakta bıraktığı anlamdı.

aşkın tadı vardı. öpüşmenin, soğuğun, karanlığın... hepsinin tadı vardı.

ama sahi, aşk neydi ?
 
>