7 Şubat 2009 Cumartesi

insomnia - 2

bazen de yorulduğunu hissedersin az da olsa bi moladır bu. içinden ağlamak gelir iki damla göz yaşı süzülür belki...

insan olduğunu farkedersin yada içinde insana dair kırıntılar olduğunu...bu anlarda yalnız olduğun gelir aklına. . yalnızlık ne acayip şeydir?" dersin". gerçekten de acayiptir.

isim bulamazsın önceleri şiir yazmaya çalışır olmadığını görürsün; o koca boşluğu anlatmak için yeterli olmadığını kelimelerin.sonra yine bir kaybediş serüveni daha başlar. herşeyden tükenmişsindir belki de. bu defa gerçek bi sil baştan arar farklı tatlara bakmak istersin içinde bulunduğun rutin kaybedişten çıkıp. "farklı kaybedişler nasıl acaba" diye geçer içinden.


bakarsın ki sen bu kaybedişlerden zevk almaya başlamıssındır anlasılan.... yoksa bu canavar dediğin kemirgen seni tamamen fethetmiş midir dersin ?

düşünmezsin daha fazla; ne de olsa yeni bir kaybediş seni bekliyordur... mükemmel bir mahvoluş hazırlamıssındır belki aklında. en az altın vuruş kadar iyi olacaktır bu mahvoluş. son olacak ümidi vardır içinde çünkü tadını almıssındır bu işin. aklından yine cümleler geçer kağıda dökebileceğin fakat bir ilk okul çağı yazarınınkiler kadar saf cümlelerdir. o heyecana yenik düşmüşsündür.

kayıp bi yolculuk gibidir aklından geçenler yada bilmediğin şehirler arası bi otobüse binmek gibidir. sadece şehrin adını bilirsin yani kaybedişi, sokakları, insanlarını, kahramanlarını hiç bilmezsin o şehrin. ilk kez sahnelenen bir drama kadar iyidir hayalinde...

izlerken acı çekip ağlayacaksın sonra alkışlayıp bir yenisini bekleyeceksindir. sonra yeni bir oyun, yeni bir otobüs, yeni bir şehir, yeni bir yazar, yeni bir şey olacaktır herşey... cümlelerim gibi karmakarışıktır kafan tamamiyle. bu karmaşanın arasında yine yalnız kaldığını farkedersin; "keşke, keşke biri daha olsa bu oyunda" dersin içinden. koltuk arkadasını bekler gözlerin "acaba kimdir?" diye. o koca otobüste yalnız gitmek zorunda olduğunu farkedersin. oynadığı dramanın yazarınında, başrolunde de, yardımcı rollerde de tek olduğunu farkedersin.

yeni bir "neden" sorusu hazırdır artık kafanda. bu mükemmel altın mahvoluş başlamıştır bile..... vaz geçiş yoktur artık. tadını bilmediğin, başka oyunların oynandığı o şehrin adamısındır sen artık. kaybetmeye başlamıssındır.

çok geç olmadan anlarsın ki; aslında ne şehir, ne yeni oyun, ne otobüs farklıdır her zamankinden. önemli olan mekanın, dekorun değişmesi değildir. ve "sen, hep aynı sen olarak kalacaksın" der aklın. "bu da yeni mahvolusun bi parçası mı acaba?" dersin aklına. sorularına cevapların bile hazırdır. hazır olduğu kadar da bilirisin aklının seni hiç yanıltmadığını. yine bir üzülüş bulursun kendine. gerçek bir savaşcı olduğunu düşünürsün. tanrıyla veya tüm metafizikle... yoksa kendinle mi??

..............
belki de insanlık tarihi boyunca yapılan savaşların en kötüsü budur. insanın kendisiyle yaptığı savaş. senin savaşın öldüğünde son bulur ancak ve sen istemeden birilerine miras olarak bırakmıssındır. yanı sıra yapılan en büyük aptallık ta yine bu olsa gerek. savaşcı insanın bulduğu her boşluka kendine saldırması...
"buna bir son verebilir miydim acaba? en azından kendim açısından. evet bir süre kimseye ve kendime saldırmamalıyım.." derdim bazen. iyi insan oluş kararıdır bu ve çok kritiktir; çünkü aslında kimsenin kötü insan olduğu filan yoktur. herşey bir yaradılış gereğidir ve biz yalnızca onu tamamlıyoruzdur. "bu kararı alarak yaratılıs gereğini değiştirebilir misin" derim kendime.... tabi ki hayır... bu da biliniyordur elbet yada yine beceremeyeceğim. çünkü her seferinde olmaz. ne kadar olumsuz ama yaratılış gereği tarafından olumlu.
.....................

yoksa kafam mı karışık? biri bana doğrunun ne olduğunu söyleyebilir mi? göremiyorum yine ve kendimi yine uzaktan izlemeye başladım. biri ben düşmeye başlamadan elimden tutabilir mi?
yoksa altın mahvoluşun gereği mi bu? over dose bir kaybediş....

hayır ben değilim. deli değilim.... ben deli değilimmmm....

Hiç yorum yok:

 
>