30 Mart 2009 Pazartesi

mim-iklerimden sorunsallarım

-Mim'in konusu ; maddeler halinde kendimizi kendi cümlelerimizle anlatmak!
beni mimleyen rigor mortis..






başlıyorum sıkı dur!



*anti-mim biriyim!

* aslında şu düzende her popülariteye ve amaçsız her şeye karşıyım!

*kendimi kendi cümlelerimle ne kadar anlatırsam anlatayım, ancak beni anladığınız kadar varım...



kimseyi de mimlemiyorum. çünkü aslında mim amaçsız bişidir. bu mim benim işime yaradığı için yanıtladım, bu yüzden teşekkürler rigor mortis :) derdimi anlatmama biraz daha yardımcı oldun :)

29 Mart 2009 Pazar

derleme hatası organik yazıda olur mu hiç



"gel" dedim "bak sana ne göstereceğim"...

hayretle baktı.. önümde bir maket var.. bire bilmem kaç küçültülmüş.. bire kafama göre oranlı..

buralar buğday olacak diyorum, buralar meyve ağaçları, meyve ağaçlarının altında sebzeler yetiştireceğiz. sebzeleri toplayınca köklerini toprakta bırakacağız. gövdeleri de toprakta bırakıp gübreleşmesini sağlayacağız. buğdaylarda yoncaların ve nohutların arasından çıkacak.. aynı masanobu fukuoka gibi.. bu tarafı da tamamen büyük ve küçük baş olacak. zaten bir çiftle başlasak 5 sene sonra fazla yavruları bile satarız diyorum. hayvanların her şeyi kar zaten. kışın arkadaki dağa salarız, yem parasına gerek yok. onlara ekstra besine de gerek yok.
olmazsa tavuklar var, diyorum.. bu kadar alana da tavukları salarız, sadece tohum attığımız mevsimde yemelerini engellesek yeter...
düzene bak, diyorum...

buralara bir kaç kulube yerleştiririz, ücretsiz misafirler ağırlarız, sadece çalışmaları şartıyla. tıpkı green peace örgütünün kampları gibi olur mantık. üstelik green peace para da alıyor. biz almayacağız düşünsene dostum!

hem greenkamplar için kuyruğa giren insanlar var. köle gibi çalışmak, toprakla uğraşmak, üstüne para vermek için.. biz para almayacağız, insanlar istedikleri kadar gelip çalışıp, gidecekler ve ürettikleri kadar tüketecekler. biz de onlardan farksız olacağız. sadece mülkiyet hakkı bizde olsun yeter diyorum. anlıyor musun söylediklerimi?

bir ingilizce bilen adamımız da olsa süper olur, dünyaya bile sesimizi duyururuz. masanobu fukuoka için dünyanın dört bir yanından gelen hippiler var, tarım bağımlıları, doğal hayat isteyenler, parası olmayan greenpeace destekçileri...
hatta bi gün biri geliyor adamın yanına; diyor ki:
"bak fukuoka, bunca yıldır yaşıyorum, buraya geldiğimden beri her şey değişti. artık doğru olan ne bilmiyorum. bunca yıl nasıl yaşamışım bu cahillikle... şimdi anlıyorum ki, doğa bize muhtaç değil, doğa bizim bir parçamız değil. ben doğanın aciz bir parçasıyım ve yok olacağım." diyor.
bunu bize diyen insanları hayal et dostum..
diyorlar ki, "artık burda yaşamak istiyorum. şehirde yıllardır yemeğimi kazanmak ve barınmak için yaşıyorum. bir mülk edinemedim işçilikle. oysa şimdi anlıyorum ki bunlar çok saçma. yiyecekse, doğalı burda. barınmaysa burda var, olmasa da ağaçlardan yapabiliyoruz zaten şehirde çok çalışınca adam gibi ısınabiliyor muyduk, evlerimiz de rahat olabiliyor muyduk? neden dolaylı yoldan para kazanıp onu, yiyecek ve saçma kıyafetler almak için harcıyoruz. yiyeceğini daha az zahmetle kendin yetiştir. doğanın bir parçası gibi davran, ona hükmetme! artık anlıyorum..."

bir şeyler öğrettiğimiz insanları düşün, birlikte çalıştığımız, birlikte ürettiğimiz, her zaman daha fazlasını arzulamayan...

hala suratıma hayretle bakıyor. "senin bu dediğin ancak kitaplarda olur kadeşim" diyor. "yada filmlerde filan, uçmuşsun sen. bu kadar kaptırma kendini... sosyalleş. cafelere git ne bileyim, yeni insanlarla tanış"

bende onu diyorum: gelen yeni insanları düşün, bir şeyler paylaşmak için yanımızda olan insanları, aynı ideolojileri, benzer hayalleri, doğanın bir parçası olmayı, hırslı ve aç gözlülü olmayan kendi komünümüzü düşün; diyorum..

"sen kafayı yemişsin" diyip arkasını dönüp gülerek uzklaşıyor. kapıdan çıkmadan "hani toprağın? hani kulübeler? ilk başlarken nasıl başlayacaksın? hadi mekan buldun diyelim, insanları çağırmadan az da olsa bi düzen oturtmalısın..." diyor.

"haklısın" diyorum. "buna başlamak için para lazım sadece. ilk tohumları ekip, fideleri gördük mü gerisi kolay.önce iki kişi gelse bile kendimize yetmemiz için devam edebiliriz. olmadı sadece ilk 5 yıl kasarız. sonrası gerçekten kolay."

"sen hiç beş yıl aç kaldın mı? aç karnına çalıştın mı peki?"

susuyorum...

"böyle giderse, bunu göze alamazsak, ölene kadar hiç bir şey olamadan, hiç bir şey yapamadan tıkanıp kalcağız zaten. hayatımız boyunca arabamızı bir model daha yenilemek, yeni mobilyalar almak için didinip, para biriktirip öleceğiz, reklamları yaşayarak öleceğiz. oysa yaşamak için geldik. önemli olan rahatça nefes alıp yaşayabilmek farkında mısın?"

"yanı sıra çocuklarına ne miras bırakabileceğini düşüneceksin, oysa bir bahçe bırak hazır olan ve tohumlarını; çocuğuna yaşı gelince ekmeyi öğret, üretmeyi... gerçekten kendine yetmeyi, insan olmayı, yaşamayı en önemlisi..."

"ben babamdan bunları duydum hep. yanılıyor olamam. yanılıyor olamaz. hem herkes bunları söylemiyor mu? ama farklı uyguluyor sadece. bu yüzden mutsuzuz. söylesene sen şimdi ne için çalışıyorsun o gittiğin iş yerinde?" dedim..

baktı suratıma... sustu...

"düşünmeliyim" dedi... "buna başlamamız çok zor olacak. hem önce tarla almak için para biriktirmeliyiz. artık bunun için çalışacağım sanırım.."

Not: hikaye saçma ve kesik olsa da; bana "insan olmayı", "üretmeyi", ve "yeteri kadar"ın ne manaya geldiğini öğreten babam için... saygılar duyuyorum. sanırım bana bırakacağı en büyük miras bu olmalı.

not2: hikaye başka başka yazılarımdan kesip derlen-eme-di :) bu bir derleme kargaşasıdır. isterseniz sallamayın. uzak kalmayayım diye şeyettim. :)

25 Mart 2009 Çarşamba

emoca tercüman arıyorum

bu ne demek a.q. lan?
ciddi biçimde bunu türkçeye çevirecek biri varsa o kişi nerden anlıyo bunun ne demek istediğini?
siz de böyle konuşuyorsunuz, herkes böyle lan. bir insan bir lisan tabi. ben cahil kaldım.. :(

24 Mart 2009 Salı

Nazım Hİkmet- Yaşamaya Dair (Fazıl Say - Genco Erkal)



Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

23 Mart 2009 Pazartesi

bana de ki sik beni analytiks

"yeni fotoğraf koyma şeyleri çıkmış böle resmini koyuyorsun" diye başlamak isterdim bu gün bloga lakin ben böyle şeyler yazmam, yazamam bi kere, tabiatımda yok benim. :)
ama malın biri bunu googleda defalarca yazarak benim bloguma ulaşıyo. nasıl yapmış anlamadım.

"o adamı en genital yerlerinden öpmek isterdim" de demek istiyorum fakat daha berbatları var... ve ben, bana ulaşmak için googlea sorulmuş tüm sorulara şimdi yanıt vereceğim.

başka bir şahıs demiş ki; "esrar içti nasıl geçiçek"
-ulan madem geçmesini istiosun neden içiosun? hadi içtin kafan oldu 1500 daha ne istiosun? hem geçmicek mi sandın yani huahah..
hadi geçmicek sandın dielim, "güldüren ot" diye de aratan kim?

ya bu arada anlamadığım bişi de var içlerinde "dünyanın en insan penisi" demek? bunu aratan eğer okuyorsa bana cidden açıklamasını istiyorum. :)

ve bu zihniyette gugılda bişiler aratan adamla "anal pornular" ve "bedava harbi zen pornuları" aratan adam arkadaş mı? yada birbirinin partneri mi bunlar? (pornu ne lan?)

tmm partner olduğunu farzediyorum; bunlar bi gün buluşuyolar eve gidiyolar. diyolarki ; sevişmeden bişiler izlesek mi? -ok! diyor diğeri. sonra "cüce orospu sex" ve "ani-mal pornu asyalı sevişme sahnesi" yazıp benim bloga düşüyorlar.

üstelik dikkatini çekiyorum: ani-mal bu ayrı bir kategori, bende bilmiyorum açıkçası ve porno değil pornu. mis gibi pornolar varken sen git "pornu" izle. olcak iş değil!

bu çiftin normal olduğunu tahmin etmiştim, sonra anlıyorum ki; "sex için çıkan aleti deniyor hatun boşalan kızın msni","kadın patlıcanı amına sokuyo" ,"köylü giyimli kızların porno filmleri" diye aratan çift normal bir çift değil. yok bu normal olamaz diyorum.

yani burda da anlamadığım şey; sex için çıkan yeni bi alet mi var, aleti hatun mu deniyor, bu denenen bişi mi, hani beğenmezsen almıyosun filan, ve varsa ben niye bilmiyorm, boşalan hatun mu arıyor yoksa boşalan hatunun msnini mi arıyor bunu merak ediyorum. yok yani sürekli boşalan bi hatun msni aramak nasıl bi arayıştır? hadi onu da anladım, köylü giyimli kızların porno filmleri ne lan? en nihayetinde hatun soyunmuyor mu yani? hadi onu da anladım "sidik fışkırtan kadın pornosu" ne lan? yoksa bu "ataride bölüm sonu canavarı" filan mı arıyor acaba diye tereddüt ettim; yok artık, diyorum bu sex muhabbetini kapatmadan. bunları aratan insan nasıl benim bloguma düşüyo lan?

ben bunlardan bahsettim mi?

ha bide kapatmadan hadise fetişlerinin komedileri de var:

"hadisenin amı nasıldır" demiş aganın biri. basbayağı amdır afedersin. yani görmedim ama başka bi olasılık düşünemiyorum.

düşünsene hadiseyle yatağa giriyosun, iç çamaşırını bi çıkartıyosun; yok!
hadisenin amı yok! gördün mü hadiseyi ahahaha.

bide hadise beleşçileri var: diyor ki "hadiseye bedava yazı yaz" ulan ben para versen de yazmam, sen bedava bulsan ne yazıcan merak ediyorum.

her neyse, ayıp kısmı geçtim...

adam demiş; "amerika kıtasında at yokmuş" gelmiş benim bloga. evet! ben bunu gördüm. geçen gezdim bütün amerikayı baktım at yokmuş, döndüm. allam ya, madem yaratıyosun neden takip etmiyosun bu adamları? amerika kıtasındaki attan adama ne allasen. farzedelim ki amerika kıtası at dolu. iğne atsan yere düşmüyo. eee nooldu? at dolu işte...

hahah bide unutmadan: "kadın parasını ödeyemeyinçe neyini verir izle video" vardı.. ulan bu ne ya? ben bunlardan mı bahsediyorum abaza malak? neyse sustum.

ama kendimle blog olayında gurur duyduğum bi nokta var: "SEVGİLİ RECEP TAYYİP" yazıyosun en üstte ben varım lan. zaten hep üstte olmayı sevmişimdir. süper bi duygu. ohş ye! madafaka. "recep ülkede satacak şey bulamayınca neyini satıyo video izle" yazınca ne çıkıyo acaba. bunu aratınca benim blogun tek çıkması için yaptım bunu... hahaha

tamam diyorum analytikste aşşağılara doğru bakarken, beni anlayan birileri var. organik hayat, permakült insanlar vs demiş biri. hemen altında: "köpeğin yere sıçmaması için ilaç"

ulan bu ne be? köpek nereye sıçsın afedersin? bak ben bi ot yetiştirdim; bunu köpeğe yediriyosun; köpek böyle avcuna sıçıyo sonra onları tavana fırlatıp yapıştırıyo. bakalım kıvamı tutmuş mu? nası?

ama içlerinde biri beni kesinlikle anlamış, bunu farkettim. adam "sikicem bu dünyayı" aratmış, gelmiş paşa paşa benim bloga. başımın üstünde yerin var koçum. bi tanesin sen. gugıla söyle herşeyini bi çaresine bakar.

ama bi çaresine bakar dediysem "bokunu da çıkartmayın" deme ihtiyacı duyuyorum, lakin adam "ilk çağda anarşistler nelere karşıydılar" açıklaması istiyor.

bakar mısın adamdaki meraka? ilk çağda anarşist olduğunu biliyor, ve bu adamlar felsefenin filan amına koymuş (afedersin) nelere karşıymış bunu merak ediyor. ulan şimdiki anarşistler nelere karşı bunu biliyo musun? düdük?

ha bide organik hayatla bitkisel hayatı karıştıranlar var sanırım. bunlardan biriyle tanışmak istiyorum.
hatta bu arkadaşları " gokyuzunde yüz şekli gormek istiyoruz " diyen arkadaşlarla tanıştırmak ve çiftleştirip yavrularından almak istiyorum.

"insanlar neden para biriktirir"i soran arkadaşa da diyorum ki:

kendini bilmiyorsan eğer onun doksan dokuz adından birini bil yeter.
(ör: esra ceyhanda uçan adam)
(kim söylemiş bu sözü, bilen yazarsa mutlu olacağım)

saygılar

21 Mart 2009 Cumartesi

piroz be newroz

tüm Zerdüşt kardeşlerimin nevrozunu kutlarım...

bazı bilgilendirmelerin aksine nevroz bir türk-islam bayramı değil, Zerdüştlerin bayramıdır.

zaten Zardoşt'da türk değildir. hatta Zerdüştlüğü resmi din olarak ilk kabul eden toplum irandır.. ek olarak ilk tek tanrılı dinlerden biridir.

bu gün baktım ki, bursa meydanında; kafası türbanlı, islam bıyıklı ve ülkücü-türkücü kesim nevroz kutluyor. bravo(!) size dedim. tabi türk dışında tüm ırkları küçükseyin ama farsların Zerdüştiliği saptırmasına inanın. bravo size! bir kere olsun açın da tarafsız bir kaynağa bakın. türkler yalnız türklerin kaynaklarına bakarsa tarihin bi önemi kalmaz. sonra gelir farslar bu kaynakları değiştir, bi bakarsınız nevroz türk bayramı olmuş, Zerdüşt kalmamış.

not: dünya üzerinde bulunan resmi Zerdüşt sayısı 200,000 kadardır. türkiyede 3,000-3,500 resmi olmayan Zerdüşt bulunmaktadır. türkiyedeki Zerdüştilerin hepsi kürt asıllıdır.

not2: Zerdüştlüğün anlattığım tarihine ve uygulamalarına bakmak isteyenler Zend - Avesta'dan yararlanabilir.

not3: Zerdüştlüğün türklerle alakası vardır ancak bu kadar sahiplenilemesi olağanca saçmadır çünkü Zardoşt'un Ahura Mazda tarafından aydınlanması bu dini doğurmuştur. ve dediğim gibi Zardoşt türk asıllı olmayı bırak bir gram türk kanı taşımamaktadır. kimsenin ergenekondan çıktığı filan yoktur. bunlar ancak mitolojilerde olur eheheh

saygılar, iyi düşünmeler...

burdan sonrası
Gerisi Önemli Değil'den gelmiştir: ( http://cinsarayindakiprens.blogspot.com/2008/06/dalizm.html)

not 4: orta asya türk toplumları iran dan her zaman fazlasıyla etkilenmiştir. manikeizm türklerin ilk dinlerindendir(değişik bir hristiyan inancı). keza zerdüşte de inanmışlardır. hepsinin temel inancı düalizm dir.

not 5: nevruz ve newrow dediğimiz hadise sadece ön asya ya has bir bayram değildir. bahar dönümü avrupa da da kutlanır. hristiyanların paskalyası gecikmeyle de olsa aslında nevruzdur.
keza esası sümere dayanır. savaş ve fahişelerin tanrıçası inanna ile özdeşleşir. zerdüşt iran doğumlu değil, hindistan doğumludur. işin ilginci inanna, hindistan da kurulan ilk uygarlık olan harappa nın hükümdar tanrıçasıdır. inanna nın ölen eşi dumuzi her bahar dönümü yeryüzüne döner ve 6 aylığına inanna ile birlikte olurmuş. sümer de bunu törenlerle kutlarmış. hatta bir rahip ile rahibe de bu törenlerde evlenirmiş. bereketi simlelemek için. dumuzi güz dönümünde tekrar yeraltına iner ve doğanın ölümü başlar.

Teşekkürler Gerisi önemli değil :)

18 Mart 2009 Çarşamba

yok olmuyorsun dostum yalnızca ölüyorsun



ölüyor ve dönüşüyorsun dostum.. mucizenin farkında mısın?

tanrıya inan demiyorum sana, gübre oluyorsun fark et... nasıl bir mucize bu farkında mısın? gübre demek, bok demek değil biliyor musun? toprağın yaşamını sağlar. sağlıklı yaşamını..

bir aziz der ki; en güzel güller en kaliteli gübrelerde yetişir..

bakıyorum ki, bir ölüm sürecindeyiz sürekli... sürekli bir yenilenme.
ölenler, ölecek olanlar.. tonlarca gübre.. görebiliyor musn?

ve bu mantıkla bakınca anlıyorum ki, bu memleketin taşı toprağı altın aslında. sokağa bir çıkıyorsun her yan gübre; karstan tut meclise, meclisten tut topkapıya, ordan tut balkanlara kadar gübre her yan..

düşünsene dostum:
tarımsal hayata geçiyoruz;ve bu ülkedeki verimsiz, işe yaramaz ot(!)ları toplayıp kompost gübre yapıyoruz. sonra bu hazırlanan gübreyi dağa taşa yayıyoruz.. herkes çalışıyor. istihdamı düşün... terleyen bedenleri ve verimli toprakları getir aklına.
kendine yeten insanlar düşün. özgür bireyleriye üreten toplumu ve ürettiği kadar tüketen toplumu...

ve olmayan kredi kartları borçlarını..!

sonra her toprak verimli oluyor ve kapalı ekonomi uygulamaya karar veriyoruz.

topraklar üzerinde yetişen domatesler, yanlarında yemyeşil nohutlar, kışın domates ve nohutların yerinde ıspanaklar; portakal bahçeleri, mor turplar, soğan ve sarımsak, kıpkırmızı elmalar, sapsarı ayvalar, mavi likapa meyveleri, yeşil ve kırmızı biberler diz boyunda, yazın ayvalara tırmanan fasülye sırıklarını düşün ...
manzarayı düşünebiliyor musun?

üstümüzden geçen bir uçak tarlalarımızın fotoğrafını çekiyor ve insanlarımız var gücüyle çalışyor. fotoğraflara bir bakıyoruz: hepimizin yanında, adeta gök kuşağından çaldığımız tarlalar var.

her mevsim, her gün yeni bir renk.. manzarayı düşünebiliyor musun?


haydi gübre yapalım dostum(!), bu vatan için oy vermene gerek yok. gübreni yap, kendine bak yeter aslında...

şimdiki ortamı düşünsene bi:

bangır bangır parti marşlarını açarak düşüncelerini değiştirmeye çalışıyorlar, olmadı seçim sonrası mahalle baskısı -e tabi kısmet bi dahaki seçime- ve her şeyi öyle sahiplenmişler ve öyle bir ego patlaması yaşıyorlar ki, o aptal sloganlarla bizi siktiklerini sanıyorlar...

sorarım başkan olacak cahillere; o kadar sahipleniyorsan bu toprakları, gübre olabilir misin daha verimli olması için? yada halkın iyi geçinsin diye gübre yapabilir misin?

ha tabi gübre fabrikası satın almak yada gübre ithal etmekten bahsetmiyorum.
gübre olmaktan bahsediyorum..!


bu topraklar için gübre olabilir misin söyle bana? o afişlere para verip, binlerce aptal slogan bulana kadar "sizin için gübre olurum" diyebilir misin?afiş paralarıyla genleriyle oynanmamış tohumları alıp bedava verebilir misin halkına? çapa yapabilir misin benim tarlamda? verimsiz geçerse mevsim aç kalabilir misin benimle? topraktaki yabani otları yolabilir misin o hassas
ellerinle? kışın kulubemde çatlakları ve sızan suların boşluklarının yamasını yapabilir misin benimle?


hiç olmazsa bahçemde yetişen güllerime gübre olabilir misin şimdi?

düşüncelerimi, yükses sesli dandik parti marşlarıyla değiştiremezsin, yada bi ufak slogana götümü satmam sana ben...
sen benim gübrem olana dek; alnımdan akan terimin kazancını vergi diye veremem sana! düşüncelerimi hastanelerdeki doktor adı altında "yasal torbacılara" emanet edemem. beynimi yıkatmak için öss'ye giremem...

ta ki sen gübre olup, bana mutlu bir hayat verene dek..

şimdi iyi düşün dostum:
yok olmuyorsun, yalnızca ölüyorsun.
"verimli" topraklar için...

milliyetçilik değil bu, öyle bir yobazlık ta yapma sakın. kendin için yap ne yapıyorsan. ancak dostun için gübre olabileceksen kendin için bişiler yapabilirsin. ancak öyle kendini korursun... ve birileri seni ancak o zaman korur.

oy ver benim için !

gübren olabileceklere oy ver !

17 Mart 2009 Salı

eureka !!!!

http://zendust.blogspot.com/2009/03/seni-sikmemle-sonuclanacak-bir-surecin.html

"seni sikmemle sonuçlanacak bir sürecin başındayız" başlığında bahsettiğim o kitabı buldum . isteyen sağ taraftaki "ulaş bana" adresime mail atsın, olmadı 2277'ye anarchist cook book yazsın yollasın (nah gelir) (eheh). ama tanımazsam cevap vermem, kasmasın.

gelen maillerin adresleri açıkça ifşa edilmeyecek(kapalı ifşa edebilirim demek) ve spam gibi skim şeylerde kullanılmayacaktır (bu da "spama vermem ama spamın olurum yawrum" demek).

not: bu arada kitabı okudum bitti, bazı şeyler abartılı hatta kitabın başı biraz salakça geliyo. en çok saran yer son 20-30 sayfa, zaten işe yarar kısmı da orası.

not2: isteyene "richard bach- martı" romanının ikilemesini de yollayabilirim fekat bunu da istiyorsanız belirtin; hemi de bunu isterseniz beklersiniz accık. usb içinde 469874654 tane kitap var arasından seçmem zor olabilir.. (martı - baba kitaptır, okunmalıdır )

kucak dolusu sevgiler. holey

16 Mart 2009 Pazartesi

kafama türksat 3A düşsün amin

mınıskim; "organik değil, doğal olmalı" diye götümüzü çatlatıyoruz, star tv'de uğur dündar ve erman toroğlu "organik" diye reyting topluyo. neyse söylediklerimden bazıları kadar uzak değiller, en azından 5 yıl içinde ne demek istediğimi anlarlar sanırım.

geçen akşam (cumartesi gecesi), okan bayülgenin programında da yazdığım herşeyden bahsettiler zaten. eski Tema Vakfı Onursal Başkanı vardı.

kafayı yedim lan. ben sööleyince kimse sallamıyo, aynı şeyleri birileri tvde anlatıyo, parayı kırıyo..

ehe :)

muhammed ali vs baz istasyonları



bir dünya hayal ediyorum..

nerde bilmiyorum? kimler var ki orda?

hippiler olsun. dünya tarihinin son azizleri...

anti komünist ve anti faşistler. üstelik anarşist te değiller.. ne değişik dimi?

toplayıcılık ve bahçecilik... hayatın anlamı diyorlar ve eğlence.

"muhammed ali" bile bir hippiydi biliyor musn? hemde anti militaristti. o karışık dünya düzeninde, "askeriye olmamalı, savaşmak yanlış" dedi. eminim şimdi olsa radyasyona karşı da bir duruş sergilerdi ve tüketime.

her tarihte hippiler gerek tarz olsun, gerek düşünce olarak; diğerlerinden farklıydı.. tıpkıı...

tıpkı şimdiki emolar gibi!, conconlar, tikiler, çakma rapçiler, çakma rockerlar gibi... evet tüm bu saydığım günümüz gruplaşmaları hep eğlence diyor. süper dimi mi hayat?


hep eğlence, para harcamak, tüketim, burger kingde ve starbucksa sosyalleşilen zamanlar, discolarda kopmalar, marka marka kıyafetler, ayak üstü sevişmeler, kimyasal kafa yapıcılar, bebekte tur atmalar, ve kalan herkesi kendinden aşşağı görüp selam bile vermemeler, ayna karşısında geçen saatler.

parayla ve şişkin egoyla gelen büyük burunluluk.. dehşet bir kibir.

varoluşunun, yaratılışının amacı kibir sanarsın. saçlarını öyle bir yapıyor ve öyle markalar giyiyor ki eve gidince burnunu karıştırmıyor, sabah uyanınca ağzı kokmuyor, çok içince kusmuyor sanki. aynı dünyaya sıçıyoruz farkında mısn... mal işte..

eline bi kürek versen nasıl tutar? çilek ağacının boyu ne kadardır? ya karpuz ağacı? sen hiç havuç yakalamak için dereye ağ atıldığını gördün mü? tornavida hangisi, nasıl duvara çakılır ki bu? ingiliz anahtarıymış evet.. ekmek yapmak için un ve su yeterlidir aslında biliyor musun? tavuk ne yer?

hmm tamam senin ilgilendiğin konulara geçelim, sen hiç televizyonun nasıl çalıştığını gördün mü?

tamam basite inelim, radyo yapabilir misin, ya basit bi telefon? msnin ve googleın çalışma mantığı nasıl biliyor musn? ya onların yazılımları? tamam, hiç kendine gömlek diktin mi? saten kumaş aslında sağlıksızdır aklında bulunsun. peki kot nasıl boyanır? kotun asıl rengi mavi mi sanıyorsun? msnde ne kadar bilgi paylaşabiliyorsun söylesene bana, facebook? yonja?
yada başka ne skm varsa..? birilerinin götünü yalamak ve kendininkini daha fazla yalatmak için fotoğraf çektiğin o makinada "obüratör" diye bi yer var aslında. tabi sen otomatiklerde
farketmiyorsun.. o ne biliyor musun?

sana satılan 7mp makinanın aslında objektif kalitesi olarak 3.1 mp olduğunu? böyle reklamları yutan her hangi bir metasın sen işte...

rainbow festivali nedir bilir misin?

hippilerden biri bi ülke belirler, orda buluşulur. bu her sene yapılır. tüm hippiler; düşünebiliyor musn? yol maceraları, hangi bitkinin nasıl yetiştirildiği, maceralar, anılar vs konuşulur, paylaşım vardır orda.. evet sex ve uyuşturucu olabilir. ama uyuşturucu dediğin şey sadece afyon, esrardır.

bana doktorumun verdiği o aptal kimyasallardan değil yani yada senin köşe başı torbacından aldığın gibi değil. durduk yerde bi anda uyumaya ve bi anda saldırmaya başlamazsın. ve bu festival ilan edilmez işin acayibi; kulaktan kulağa dolaşır ve öyle yayılır. yakından tanıdığın bi hippi yoksa bu festivalin olduğunu bile bilemezsin. ayrıca bi ova yada dağda filan buluşulur..


ama sen herhangi bi parti için onlarca afiş basıyosun, otobüs kiralıyorsun, disco kapatıyorsun, yüzlerce telefon görüşmesi...
üretim nedir biliyor musun ki?

üretmek...

hiç düşündün mü bu kelimeyi daha önce? farklı materyalleri birleştirerek ortaya yarayışlı bişi çıkartmak..

sen ne ürettin şimdiye kadar?

hippiliği viki şöyle tanımlıyor:
"kayıtsız şartsız, bütün varlığınla, maddi yada manevi hiç bir şeye ait olmamaktır. iyiliktir, düşünmektir, aramaktır, tecrübedir, keşfetmektir... "
ve bu adamların sahip oldukları hiç bişi yok. bahçeleri dışında. festivallere bile otostopla gidiyorlar. neredeyse para kullanmıyorlar ve bu adamların her şey hakkında bi bilgisi var.
dikkatini çekerim bi fikri var demedim.
ama emolar.. bitiyorum bu oluşuma.. bırak her konuda bi fikrinin olmasını, onun sahip olduğun bi saç stili bile var.. evet o ona ait. cep telefonu, marlboro light sigarası, ayakkabıları.. aslında onlar sana sahipler farkında mısın? ayakkabıların, saçların, küpen, telefonun ve paran olmadan bi hiçsin. ama diğer adamlar 5 kuruşsuzken dünyaya adını duyurdu ve amaçları bu değildi.
sen kime sesini duyurabilirsin? facebooktaki götünü yalayan kankaların dışında...
tabi msnde kişisel iletine "uyuyorum" yazabilirsin. yada "morali bozuk". amaç dikkat çekmek ve salt eğlence.. haklısın. iyi uykular sana.

ancak onlar gibi bir nesil "recep" gibi başbakanlar seçer ve tıpkı "recep" gibi filmler izler..
bravo sana "tüketici".. bilinçli tüketici.

bunu da iyi bişi gibi yedirmiyolar mı ayar oluyorum.. "bilinçli tüketici" ne lan ?

tüketici tüketicidir neticede.. neden kimse bilinçli üreticiden bahsetmiyor?
neyse buda sonraki konu olsun...





not: sonraki konuda çıktı "hamdolsun"

11 Mart 2009 Çarşamba

benim başbakınım halkını sever...

hey davosumun fatihi,

hey memleketimin küresel kriz kurtarıcısı,

çiftçimin bekçisi,

askerimin askeri,

milletimin bereketi,

islamın laiklik müdürü,

hey skmin anteni,

edecek küfür bulamadığımın boşbakanı,

40 ahlaksızın bi araya gelip doğurduğu:

olur mu lan bu?

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=925636&Date=11.03.2009&CategoryID=77

daha ne diyim ki ben?

adsız kahraman zamanı

Her gece yatağa yattığımda ...
başım;
dönüyor.
Ve lanet olası burnum;
kanıyor...
Ölüyorum!
Koşuyorum, yetişebilmek için hızına,
nefesim,
tıkanıyor.
Görmeliyim seni...
Görmeliyim!
GöR-meliyim.
Görme-meliyim!
Ölüyorum!
Gidiyorum...
Git.meliyim.
Aşık olunmamış,
aşkı yok olmamış;
Aşkı yok!
Olmamış topraklara gitmeliyim;
uzaklara, ölüyorum!
Elimde kalan;
tükenmiş zaman...
Tüken-miş zaman.
Kaybol-muş,
Ölüyorum!
Bitti sanırım.
Sanırım bitti.
Ağla kadın,
ağlak kadın.
Mavi tanrı ağladı;
ağladı bir tanrı!
Ağla-dım
ben
gidiyorum!

10 Mart 2009 Salı

tüm boşlukları doldurma isteğim

bhi thakhım emo reshimleri kouyohm bhu ghün. ndn bilmim? öyle gheldhi içhimdhen shadeche..

onlarhca fhorumhlar emo rhesimhlei dhiye bashlıkh bile ajmısh. bhen de kıshkhandhım, yaphcham işte..

(meali: bi takım emo resimleri koyuyorum bu gün, neden bilmem. öyle geldi içimden sadece. onlarca forumlar emo resimleri diye başlık bile açmış. ben de kıskandım.. )

fotolara bakıp düşündüm de, "hangimiz yaşıyoruz gerçekten?" dedim kendime...


1.2.3. 4.
5.
6.

7.
8.
9.
10.
11.

12.
13.



bunlarda türbanlı emo resimleri:


14.


15. 16.

17.
18.
19.
20.





not : ibret olsun diye koydum tüm bunları...

9 Mart 2009 Pazartesi

herşey bir bütünün saçmaları ve ben sadece bir parçayım


bir yazar diyor ya;

"burnunuzun ucundakini hep en son görürsünüz." işte aynen böyle aslında. yada ben öyle düşünüyorum..

doğru mu düşünüyorum.. ne farkeder ki? hep en son görüyoruz burnumuzun ucundakini. ister o yoldan ister bu yoldan.. son hep aynı... veya farklı ne farkeder ki?

bir başkası da; "nerede değilsem orada daha iyi olacakmışım gibi geliyor" diyor. (bu benim cümlem de olabilir -hatırlayamıyorum- ehe ) öyle işte.

örneğin ; (nereye bağlasam bulamadım) dün "dünya kadınlar günü"ydü. ne farkederki..

geçmişimiz, insanlığın geçmişi burnumuzun ucunda. paradan tutun da, kurallara- yasalara kadar; teknolojiden tutun da , ahlaka kadar... her şeyin çıkış noktası insanın bişileri kolaylaştırma çabası değil mi.. (ilk aşama için bahsediyorum) sonra doyumsuz mahluklar olan bizler, bunları saptıra saptıra bu günlere geliyoruz ve bakıyoruz ki:

kadın erkek eşit değil, kurallar hayatımızı değiştiriyor, teknoloji daha hızlı yaşamamızı gerektiriyor. mahalle baskısından tut anasının gözüne kadar...
biz gerçek aptallarız. (kimse alınmasın, bu yazı tamamen öz eleştriyle başladı) "kadın erkek eşit değilmiş."

bak bak.. kadın kadına eşit mi? sizce evine gündelikçi alan zengin kadın ve ezilen kadın... eşit mi?
- viledayla deterjan şurda, temizlik bezleri şurda kızım. sen işini bilirsin ama ben gelmeden çıkma kontrol edicem.
- peki hanımım.

dialog bu. ve zengin olanın yatak odasına yere (düşmüş gibi) bıraktığı 50lik bir banknot var. "bakalım alacak mı" diye.. hem cinsini sınıyor. görüyo musun?

erkek erkeğe eşit mi? [ne kadar homofobik bi cümle oldu bu :)]
ofise gidiyorum. -turizm mezunu olmama ramen yazılım işi yapan bir yerdeyim- patronum orda oturuyor. kendi odasında. bense göt kadar odada 3 kişi oturuyorum. diyor ki; "zerdüşt en genç sensin, şu fotokopileri çektir de gel." ve adam bilgisayar hakkında hiç bişi bilmiyor. ama yazılım firması sahibi.. ben her gün 2 vesait kullanarak gidiyorum adamın honda accord'u var. eşit miyiz..?

"gerçek amaç oyun oynamak değil hayatı kolaylaştırmaktı. araçları amaç yaptık, şimdi gelişmiş oyunların köleleriyiz"

ve

"bir oyunun geleceği son nokta bu olmalı ve ben yarın yine aynı şeyi söyleyeceğim."

işte hepsi bu.. ben böyle görüyorum. oysa ilk toplumlarda eşitti kadın ve erkek. birdi hepsi..

hepimiz insan değil miyiz işte? hepimiz aşık olmuyor muyuz? hepimiz sevmiyor muyuz? hepimiz sevişmiyor muyuz? hepimiz çalışmıyor muyuz? hepimiz doğmuyor muyuz? hepimiz ölmüyor muyuz?

neden diğerine zindan ediyoruz ki hayatı? neden ben 16 yaşındayken psikiyatra gitme ihtiyacı duyuyorum?
neden sen zengin olupta daha fazla para kazanmak için hayatını yaşayamazken, ben de aç kalmamak için çalışıp hayatımı yaşayamıyorum?

neden sürekli (benim görüşüme göre) çöküşteyiz?

kuran diyor ki:
"ŞUARA 128 - "Siz her tepeye bir alâmet bina edip eğlenir durur musunuz?"
ŞUARA 129 - "Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı edinirsiniz?"..

çok inançlı biri sayılmayabilirim. hatta dün kandil olmasına ramen ben barda olabilirim fakat her din toplumsal düzeni sağlar, gerisi tanrı kul arasındadır. ama doğrusuda bu değil mi? ve hani toplumsal düzen.. (evet bi "düzen" olduğu kesin) tayyep ve köpekleri iyi bilir bu sözleri (yada bilmesi gerekir, de bilir mi bilinmez)

ve şimdi bana söylediklerimden dolayı çıkışacaklara:

BAKARA 11 - Hem onlara: "Yeryüzünde fesat çıkarmayın." denildiğinde: "Biz ancak ıslah edicileriz." derler.
BAKARA 12 - İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.

işte böyle düşünüyorum bazen. anlamıyorlar.. yada anlatamıyorum. ne farkederki..
müslüman olmam yada inanmamam farketmez. "doğru söze ne denir" durumu söz konusu.

ıslah etmek, düzenlemek için, yeni boyut getirmek için insan bozumu. tohum bozumu. gen oynayışları. daha verimli bitkiler, değişik hayvanlar, biçimsiz ve ağrılı insanlar, radyasyon kokusu, infrared ışığı, pelte halinde beyinler, ve onlar "ıslah ediciler".

insan eliye yapılan hiç bir şey, doğalı- doğayı taklit edemez. etmemeli. şimdi anlamayız ama sonu nereye gider, bilemeyiz ki.. önce mancınığı iyi sandık, orta çağda hristiyanlığı iyi sandık (ki o da orjinalliği bozulmuştu-insan eli deymişti-), o geçti rönesansı iyi sandık,atom parçalandı iyi sandık, teknolojiyi iyi sandık, yakında radyasyonu iyi sanıcaz.
iyi olan hep orda sabitti, ağaçlar hep vardı, gökyüzü-toprak hep vardı burnumuzun ucunda. dereler, nehirler.. barajlar yoktu ama bozulmamuş mevsimler vardı. anadolu asyanın en yeşil yerlerinden biriydi biliyor musunuz?

ve hepimiz eşittik ölümün karşısında, doğanın -doğalın karşısında. organik değildik.
doğaldık işte. ve hep burnumuzun ucundaydı..

şimdi kadın ve erkeği nasıl eşit yaparız diye düşünüyoruz. yada kadını kadına..
biz bozduk bunu.

aslında hep eşittik.

eskiden.. (ve eğer bu bağnazlıksa- evet bağnazım)

ben eşit ve bağnaz bir toplum istiyorum.

7 Mart 2009 Cumartesi

pazar akşamı bursada "boykot"a gidiyoruz

lan bak şimdi.? kozmic_blues'in evindeyim şu an. hatta sevgilimin yokluğundan istifade ediip iki muabbet edelim dedik :) o da şimdi sevgilisiyle telefonda konuşurken ben bunlaraı hemen yaziim dedim..

1.si yarın burada olmayacağım için söylüyorum:

Tüm HATUNLARIN ve dünyanın KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN. kadıköydeki eylemde benim için de bağırın :)

2.si bursalı arkadaşlar için;:

yarın BOYKOT'ta (heykeldeki bar) anti kahramanımız emre'nin grubu skablanka çalıyor. tüm bursadaki arkadaşları bekliyoruz. ben, emre ve kozmik blues orda olucaz.

not: millet normalde ne yaptığını yazıyor . ben de bi deniyim dedim. belki daha fazla hit alır meşhur olurum :P

not 2.: şu an kafam güzel, koozmic_blues'lea muhabbetin mına koyyoruz. ne yazdıysam mazur görün.

not 3: kafam güzel dedim, renk katayım dedim. belki hit almama daha da yardımcı olur.

not4: bu klavyenin a.q. tuşları da basmıyo. viirgülü de bulamıyorum.

not 5: hit almak gibi bi problemim yok aslında. sadece mutluyum.

not6: gökçe ada'da olası otonom hayatımız için , bursa da biblos kitap evinin sahibi çok iyi tekliflerde bulundu. (buda iyi haber.)

not 7: otonom düşünceleri yazıları p.tesi sabahı devam edecektir. pazar gecesi boykottayım ;)

not 8: resim filan şu an bulamıyorum. arayamıyorum. evet burda bitti.

not 9: aslında bu kadar not yazmak yerine hepsini toptan yazabilirdim. ama yok olmaz şimdi.

saygılar, sevgiler..

ha bide unutmadan : müstesna işlerin yazarı EVA ve osuruktan teyyarenin bloglarını ziyaret edemiyorum. neden beni aforoz ettiler. bağlantısı olan biri sorabilr mi acep?

kaçtım......

6 Mart 2009 Cuma

cumaya gidiyorum, pazar günü dönücem

şimdi kaçıyorum. ofiste mesai saatim bitmiş bulunmakta.
bildiğiniz gibi mart nisan ayları, gelmiş bahçe bakım ayları.

pazar akşamı olmadı pazartesi sabahı, olmadı bir gün elbet tekrar burada görüşmek üzere.

esen kalın.



şimdi sevgili haydar atski hava durumunu sunacak...:
not: hayır, ilk fotodakiler ben değilim :)

error 301 : konu bilgilendirme linkleri

kendi "doğal hayat otonomu düşünceleri" yazılarıma devam etmeden önce bunu destekleyen araştırmalardan bir kaç link vermek istiyorum.

----------------------
http://www.webnaturel.com/index.asp?alt_cat_id=57&cat_id=7&ayrintiid=1486

-açıklama: ".......Ekoköyler, başarıyla sürdürülebilir bir yaşam tarzı yaratmak için uğraşarak, derhal neler yapılacağının canlı modellerini oluşturmaktadırlar. Sosyal, ekolojik ve ruhsal çöküntü ile mücadele etmenin etkili ve uygulanabilir yolunu temsil etmekte ve bize 21.yüzyılda çevremize zarar vermeden yaşamanın yolunu göstermektedirler. 1998de, Birleşmiş Milletlerin 'En İyi 100 Uygulama' listesi arasında, ekoköyler en mükemmel ve zararsız yaşam modelleri olarak yer aldılar........."
---------------------

http://www.ekoses.com/ekolojikyasamportali/bpg/publication_view.asp?iabspos=1&vjob=vdocid,147748

-açıklama: "...ilk toplantıda bize kimseler inanamadı. Bundan önce bizim köyde toplantılara 30, taş çatlasa 40 kişi gelirmiş..."

---------------------

http://www.radikal.com.tr/2000/12/29/turkiye/01ora.shtml

-açıklama: "....Türkiye'de ilk kez denenen bir model Kırıkkale'nin Hasandede beldesinde tamamen doğal bir hayat vaat ederken, teknolojinin bu yönde sağladığı imkânlarına da sırtını dönmüyor..."

"Radikal internet baskısında yer alan tüm metin, resim ve benzeri içeriğin hakları Doğan Gazetecilik A.Ş.'ye aittir. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilse bile izin alınmadan kullanılamaz." eheheh !

---------------------

http://www.imeceevi.org/index.php?option=com_frontpage&Itemid=1

-açıklama: "....Seçimlerden sonraki hafta Nisan doğanın çıldırdığı ay! Hem “aşk ayı” hem de çiçek, bitki, ot ayı olan Nisanın 4’ünde “bitki tanıma ve otlardan yemek yapma atölyesi” düzenliyeceğiz. Bununda duyurusunu yakında yaparız....."

---------------------

http://agaclar.net/forum/showthread.php?t=8406

-açıklama: burası bi forum. tartışılan bi eko köy konusu var. iyi yorumlar çıkmış.

--------------------

http://www.uzumsen.org/index.php?option=com_content&task=view&id=46&Itemid=27

-açıklama: ".........Yalnız permakültür tarım tarzı; üreticinin bilgili olmasını yani bilge olmasını gerekli kılar. Permakültür üretim yapan çiftçiler hesabına para karşılığı (profosyonel) düşünenler de yoktur. Her çiftçi/üretici kendisi toprağını, suyunu gözeterek verimliliği nasıl arttıracağını araştırır, bulur, araştırma sonundaki bulgularını uygular. Bu nedenle sürekli dener, araştırır. Kendi bilgi ve deneylerini biriktirir, geliştirir ve uygular. Meslektaşları çiftçiler ile sürekli bilgi, deney vb paylaşım içinde olurlar......

ve kimileri bunu tarım için yapıyor. oysa benim hayalettiğim tarım için değil (ticari amaçlı tarım), sadece kendine yetebilmek için yaşanılan bir hayat. bunu da Ekin Sapı Devrimi kitabında rahatça bulabiliriz. evet tam olarak bunu yapmak istiyorum..

5 Mart 2009 Perşembe

beynindeki ur olsam yine de oynar mısın benimle

ve kızıl derililer.. evet,

aslında dünyanın gördüğü en duygusal, en vahşi, en büyük, en baba (kendini polat vs sananların tabiriyle -ağır abi-) adamlar. ama hakkıyla ADAMLAR...

bu adamlar amerika kıtasının ilk yerlileri ve buzul çağının bitmiyle asyadan amerikaya göç ediyorlar. o zamanlar asya ve amerika arasında karadan bir bağ var tabi..

yaklaşık m.ö. 25.000 (yazıyla = yirmi beşbin)den bahsediyorum farkında mısın..? senin üç kuşak dediğin şey şu anda 100 yıl sürüyor.

düşün; ilk kızıl deriliden, şimdi yaşayan bir kızıl deriliye gelebilmek için kaç kere "torununun torunun.." demek gerekir.

yani diyeceğim şu ki: övünün övünüp yerlere göklere sığdıramadığımız türk kültüründen ne kadar eski.. (en eski türk kökeninden bahsedersek sadece 3000 yıl kadar geri gidebiliriz) bu insanların bilgi birikimlerini tahmin edebiliyor musun? sadece büyüklüğünü düşün.. bu adamlardan hala yaşayanlar var.. (yaklaşık 85.000 kişi)

bu insanlar sağlıksız yaşamış olamaz, genleri değişmiş bişi yemiş veya radyasyona maruz kalmış olamaz. kimysalla beslenmiş olamaz...

bu insanlar doğal insanlar. insanın özü.

bu insanlar yanılıyor olamaz..

- tarih: yaklaşık olarak 1492den 1500'e kadar olan zamanda(yanılmıyorsam)- bu atalar demişler ki:

"Son balık öldüğünde, son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde beyaz adam; paranın yenmediğini anlayacak."

ve yine bir başka mektuptan kesitler:

- Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilirsiniz ya da satarsınız? Bunu anlamak bizler için çok güç!

- Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır.

- Bizim ölülerimiz bu toprakları unutmaz çünkü kızılderili gerçek anasının toprak olduğuna inanır.
Biz, nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz! Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize? Biliyorum, beyazlar bizim gibi düşünmezler!

- Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır! Beyaz adam topraktan istediğini alınca, başka serüvenlere atılır. Beyaz adam, annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O'nun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve herşeyi yiyip bitirecektir! Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz kızılderililer. Bu kentlerde "huzur" ve "barış" yoktur!

- Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz. Belki bir vahşi olduğumdan anlayamıyorum ama, benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka! İnsan bir su birikintisinin etrafında toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne değeri olur? Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum!

- Çocuklarınıza, havanın kutsal bir şey olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğdukları gün ilk nefeslerini bunun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı?

- Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim! Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var; beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum! Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları! Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalo'dan daha değerli olduğuna aklım ermiyor! Biz sadece yaşayabilmek için avladık buffaloları! Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize.

- Unutmayın, bugün canlıların başına gelenler yarın insanın başına gelir! Çünkü bunlar arasında bir bağ vardır.

- Şu gerçeği iyi biliyoruz: toprak insana değil, insan toprağa aittir! Bildiğimiz bir gerçek daha var: sizin Tanrı'nız bizimkinden başka bir Tanrı değil! Aynı Tanrı'nın yaratıklarıyız. Beyaz adam bir gün belki bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrı'nızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz ama Tanrı, hepimizi yaratan Tanrı için kızılderili ve beyazın farkı yoktur ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrı'nın kendisine saygısızlıktır.

- Beyaz adamı bu topraklara getiren ve ona kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrı'nın kaderini anlayamıyoruz! Tıpkı buffaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlayamadığımız gibi.

- Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş. Yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş! İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı başlamış olacak...
bunların üstüne ben ne laf söylesem artık yakışık düşmez. ancak tüm bunları müslümanların -hristiyanların -musevilerin tanrısı da doğruluyor.
ve budizm; tüm bunlar budizmin temelinin oturduğu nokta..
ilahi dinlerin, budizmin, kızıl derili törelerinin hepsinin tanrısı aynı aslında. ve her doğru kültür aynı şeyi söylüyor...

..........

not: hayır hala bitmedi. sıkılmadan okunulası diye bölüyore :) bir dahaki yazımda ilahi dinlerin örnekleri var sanırım. ama bu kadar sıkıcı olmayabilir. daha kesin değil ehe


"ilgilenenlere" not 2:
bahsedeceğim ve temelini anlatmaya çaba gösterdiğim "doğal hayat otonomu" hakkında...
masanobu fukuoka (bu bir japon örnek) ve türkiyede de tanıdığım iki kişi var bunu hayata geçiren. hatta geçen yazılarımda bir tanesinden bahsetmiştim. boş hayaller peşinde değilim yani..
TÜRKlere not: (bi göz atıver hacı)
http://www.haberler.com/turk-kizilderili-cocugun-muzik-basarisi-goz-haberi/

en organik penis olsam, yine de oynar mısın benimle

1789 - fransız devrimi

18.yy başı- sanayi devrimi
...

5 ağustos 1945 - hiroşima'da bir atom bombası

9 ağustos 1945 - nagazaki'da bir atom bombası

hepsi...

hepsi hızlı ölümü başlattı. her hangi teknoloji başlangıcı ölümü hızlandırdı..

aslında;
yaşamamız doğmuş olmanın ve ölmek yaşamamızın sonucu olmalı...

oysa şimdi... hiç bi bok yokken; kanserden, çölyaktan, alzeimerden, Gastroözofagialdan vs vs... listeyi uzatmak mümkün.

bunların hepsi doymayan gözümüz ve aptal tüketim ihtiyacımızla alakalı..

doğmuş olduğumuz için, bir nevi tesadüfen yaşıyoruz.

kimsenin elinde değildi dünyaya gelmek. yada kimse özenle bizi seçmedi.. ve ölürken sırayı önemseyen kimse görmedim hayatımda..

yaşamak için yeterince yemek - barınma - giyecek yeterli değil mi? yada sadece yeterince şeye sahip olmak yetmez mi? neden daha fazlası..

şimdi daha fazla üretim için tohum genleriyle oynuyor bilim adamı denen orospu çocukları (ha birde kendi yarattıkları hastalıklara çare arıyorlar), yiyeceklere kimyasalları katıyorlar yetiştirirken çiftçiler ske ske.

ve oylarımızla seçtiğimiz, ılımlı islam yanlısı hükümetimiz destekliyor bunları. ve ben artık çocukluğumda yediğim hiç bir şeyin tadını aynı şekilde bulmuyorum. her hangi bir vejetatif üründe azot, fosfor ve potasyum tadı alıyorum- biraz da geliştirici hormon.

et ürünlerindeyse sadece kabarık boş bir et ve hormon tadı alıyorum.

o hazır tavukların 30 günde kesime geldiğini biliyor musunuz?

hatta kimilerimiz buna dikkat ediyor ve diyor ki : "ben organik besleniyorum şekerim." (organik yrk var yer misin? -afedersin)

organik ne lan?

kıçmızdan uyduruyoruz.. dioruz ki "organik". sen hiç organ gördün mü gubidik?

organ dediğin kendiliğinden olan şeydir. tanrının bi şekilde bahşettiği (herhangi bir dine inananlar için) veya doğada yaşamamız sonucu kendi evrilmesiyle gelişen uzuv- yaşayan parçalardır (inanmayanlar için) organlar.

alakası olmasa da mantık yürüt; organik, doğal olan, kendi kendine yetişen, en minimal dış müdahaleyi gerektiren demektir. yani %100 doğal.

anlayabiliyor musun söylediklerimi?

her hangi bir süper markete gidiyorum: ("aman allahım" diyorum, "ihityacım olmayan ne kadar çok şey var burda ve insanlar hepsine para ödüyor.") 2 çeşit domates var. biri karton kutularda, diğeri açıkta. karton kutulara konulmuşların üstünde %100 organik yazıyor. ve mevsim kış. yani domates yaz sebzesidir.

"ulan" benim %100 organik anlayışıma göre nasıl doğal lan bu?

he yani; gübresinde kimyasal kullanMAsalarda, sulama suyu özel olsa, serada yetişmiş olsa, bana gelene kadar piyasaya sürülmesi için üstüne özel parlatıcı sıkılmış olsa, ve dondurucuda bekletilmiş olunca organik oluyo..

bide hepsinden önemlisi bu tohumlar kırık genli tohumlar..

yani açıkça söylemek gerekirse, daha fazla verim alınması, çiftçinin seneye tekrar parayla tohum alması ve ürünün hemen bozulmaması için bu tohumların genleriyle oynanıyor.

en ıssız dağlarda yetişen, organik eşşekler kovalasın sizi bilim adamları.. ve bunu destekleyen insan dışkıları. (artık dünya üzerinde insan dışkısı kadar pis bişi yok) (ondan yani)

bide şimdi bizim ülkemiz mü'minleri diyorlar ki: geviş getirmeyen hayvan günahtır, yanı sıra domuz pek daha günahtır..

sizin o küçük beyinlerinizi skm ben, araştırmacı olmayan bağnaz şuurlarınızı tao sexle genişleteyim.. biliyor musunuz ki;

- domateste, köpek balığı (kırmızılığını daha uzun süre korusun diye)

- patateste, domuz (ürün paketleme ve nakliyatta dayanıklı olması için)

- domates ve marulda, fare geni (soğuklara daha dayanıklı olup dayanma süresi uzaması için) aşılanmış.

ve insan eliyle tekrar yapılandırılmış herhangi olay, yeniden kendi özel biçimine hiç bir şekilde dönemez.

ve kızıl derililer der ki: tabiatı cezalandırırsanız size geri döner.





....


NOT: devamı gelecektir.. uzun tutmayım dedim, hem heyecan olsun, hem bana birikim olsun demi.

NOT 2: gerçek organik hayata geçmek hayalleri ve planları olan, düşünebilen insanlar aranıyor.

4 Mart 2009 Çarşamba

kaybolmuş bir hükümsüzdüm sonra üşüdüm

sabah olmuştu yine. uyandı... küfrü bastı lanet güne. alışkanlıktan olsa gerek banyoya gitti. aynanın karşısındaki adamın saçları darmadağındı ve sakalları karışık... en az aklı kadar...

bu vakte kadar ulaşıpta öldüremediği hiç bir canlı olmamıştı, insan haricinde... ve içinde acayip bir ölüm hissi vardı.

herhangi bişiyi öldürürken düşündü kendini. her seferinde sandığından kolay olmuştu. bir o kadar da akıcı... fakat içindeki bu ölüm hissi ona ait deildi ve korkuyordu...

ilk defa ölüm hissinden korkuyordu, hiç bu kadar kuvvetli olmamıştı çünkü..

evet, kendine değil çevresindeki insanlara aitti bu ölümün hissi. insanların içindeki bastırılmış ölümü hissediordu... ve yine tahmin ettiğinden kolay olacaktı...

saçlarını düzeltti ve aynadan uzaklaştı... bomboştu evi de, ölümü hissetmeyen insanların kafaları kadar boş...

dışarı çıkmalıydı... nefes almalıydı.

bu boşluk hiç bu kadar boğucu olmamıştı.

belki birilerine sataşmalıydı, sataşılmalıydı. hissetmedikleri ölümü tattıramasada, içindeki korkuyu yaşatmalıydı insanlara. Ve kararlıydı...

kahvaltı yapmadı çıkmadan... yapmazdı da zaten. sadece bişiler içerdi.. özenli bardakları da yoktu. su bardağından içerdi. yine öyle yapacaktı fakat tonik kalmamıştı. bardağın içine yarım limon sıktı üstünü cinle tamamladı. tekte içti...

hiç bu kadar yakıcı olmamıştı cin. önce kıvılcımlarla boğazından geçip aşağı indiğini sonra midesinin orda bi yere oturup kaldığını hissetti. oturduğu yeri zımparalarcasına... midesindeki deliği zımparalarcasına...

evden çıkmadan dışarı baktı camdan, yağmur vardı. bu defa farklıydı yağmur. nedenini düşünmedi, düşünse de bulamazdı zaten. montunu giydi...

kalan yarım limonu da sıktı bardağın içine ve bu kez üstünü votkayla tamamladı. sarhoş olmalıydı. bir kerede içti yine ama cin kadar sert değildi. sıcak bastı, montunu çıkarttı ve üzerindeki kısa kollu penyeyle attı kendini dışarı...

yağmurun yanı sıra sert bir poyraz vardı ama poyraz olduğunu düşünmedi bile... sadece buz gibi soğuktu rüzgar. soğuğu önce ciğerlerinde sonra göğsünden beline kadar inen titremede hissetti. bir rüzgar hiç bu kadar soğuk olmamıştı.

ve yağmur....

bu defa yağmur yağdığı için hüzünlü değildi; hüzünlü olduğu için yağıyordu yağmur.. içindeki korkuysa tanrıyla iş birliği içndeydi sanki...

tanrıyı düşündü ansızın. tanrıyı hiç bu kadar düşünmemişti daha önce...
bir sigara yaktı.... sonunda dönüyordu başı, kafasında tanrı vardı, içinde korku. midesi yanarken ciğerleri buz tutmuştu sanki. ölümü hissediyordu ve yağmuru yağdıran hüznünü...

en az bastırdığı kadar kuvvetliydi karışıklığı da... aslında her zamanki gibiydi. hiç bu kadar güçlü ve hiç bu kadar sıradan olmamıştı içindeki karışıklık...

hiç ağlamadığı gibi ağladı yağmurun altında... hiç ağlamadığı kadar.....

2 Mart 2009 Pazartesi

seni sikmemle sonuçlanacak bir sürecin başındayız


bursada kitap fuarı var. ben dün oradaydım.. süper bişi lan bu fuar işi...

kitaplarda %20 indirim... yazarlar vs..


neyse saçmalamıycam. konuma dönüyorum evet...

"anarchist cook book" arıyorum ama türkçe. sanıyorum türkiyede bi miktar üretilmiş sonra kaldırtılmış.


öyle bilmem kaçıncı baskısı filan yok. ikinci elini de bulan kaçırmasın alsın.

neyse, dün fuarda kaos yayın evi"nin yetkili amcasına dedim ki:
neden bunu çevirmiyosunuz? mal mısınız?


yetkili amca: basarız da şimdi buna özenenler olur filan. orda bomba yapımı da yazıyor. yaklaşık olarak 18-25 yaş arası kitle böyle salaklıklar yapmaya kalkar dedi..

"22 yaşındayım" dedim. "istediğin her bombanın yapımını internetten rahatça bulabilirsin yanı sıra chuck palahnuık kitaplarında buna benzer bi kaç tarif var. (ayrıntı yayın evi) kimse bunları örnek almıyor. zaten bunları okumaya dayanabilen kitle belirli bi kesim" dedim. "bence siz tekrar kitabın toplatılmasından ve alacağınız cezalardan, olay yaratmaktan korkuyorsunuz" dedim.


yetkili amca: biz böyle şeylerle uğraşmayı severiz. biri bize dava açsın, ceza versin filan... ama gençleri kötü yola sürükleyip, masum insanların öldürülmelerini istemeyiz..

"e hani KAOS yayıncılık mantığı? hani anarşizm? hani bilgili ve eğitimli anarşistler? ama senin bu ahlak duygunun anarşizmle ne alakası var? neden bu kadar düşüncelisin bi kaç mal ölebilr diye? hani sen onlara karşıydın?" diyemedim.. "neyse, peki o zaman teşekkür ederim." dedim.


yetkili amca: "dilersen internetten bulabilirsin kitabı" dedi..

"biliyorum" dedim.. "biliyorum. ingilizce o. benim yabancı dilin o kitabı okumaya yetersiz."

"neyse ben -ekin sapı devrimi-ni alayım. ne kadardı?"

yetkili amca: 8 tl.


"satış ve kitap pazarlamada çok başarılısın anarşist amca. ama şimdi aldığım bu kitabı bir sefer oku anarşizm mantığı için."

esen kalın..

NOT: türkçe download veya kitabı bulan bana selam ede.
 
>