10 Haziran 2009 Çarşamba

Kafam kadar güzel misin doktor ? ben yine geldim.

selam doktor...

- geç otur şöyle, dedi.

e zaten oturacağım yeri gayet iyi biliyorum ben... her salı aynı kahverengi koltuk. yaşlı bir meşe ağacı gövdesi renginde. ama biraz daha homojenik... sanırım meşe kaplama mobilyalarla uyumlu olsun diye. belki de kim bilir; sakinleştirici etkisi vardır bu odada... yeri bile seçilmiştir, fikirlerimi olumlu kılmak için doğru bir yer seçmişlerdir ve budistler buna feng-sui derler... belki..

yine de rahat sanırım, insanın uyuyası geliyor ve sizi hafifçe kucaklıyor, tam istediğiniz yerlerden destekleyen bir koltuk, rengi dışında... köpek boku rengine de benziyor aslında... ama biraz daha homojenik. anlaşılan öyle yada böyle anlaşıyoruz bu koltukla...

en son doktor beni bu rahat koltuktan azad etmeden önce, milyonlarca fobim, ve bir de mizantropim vardı.. neymiş, insanlardan nefret ediyormuşum. o yüzden iş filan da bulamıyormuşum.

durdum bi an, doktor dedim, "son söylediklerinize göre bende olan şeyi buldum, üstelik teorisiyle bile kanıtlarım."

şom şom baktı doktor: "neymiş o?"

- "Coprophobia- Bok fobisi, var bende..." dedim. "tüm boklardan korkuyorum.." artık mizantropim uluslar arası düzeyde tescillenmek üzereydi, hatta dava bile edilsem yeridir dedim içimden. hep bu kahverengi koltuk yüzünden tutamıyorum çenemi, yada yine acit patlamaları yaşıyorum içimde...

deneme amaçlı bir iş görüşmesi yapacaktık aramızda sonra bana yine yardım edecekti doktor(!), protorip bir iş görüşmesi yapalım dedi.. prototip... sanayisel... deneme amaçlı seri üretim örneği... istenilen vatandaş. uyumlu şahış. sorunsuz kişi. ben değil biz kavramı olan ulusçu kişi... vay be.. prototip bir iş görüşmesi ha...
şahane..!

en çok "kendini beş yıl sonra nerede görüyorsun?" sorusunda takıldım. kendimi beş yıl sonra görmek zorunda mıyım? farzedelim ki varım, her şeyi planlamak zorunda mıyım? bu kadar inançsız olmak zorunda mıyım dedim?

inançsız mı? ne alakası var?

"çok alakası var... plan; kontrol altında tutabilmek için yapılmış gerçeğe uygun taslaktır. tarihin hiç bir döneminde şimdiki kadar hızlı yozlaşma görülmemiş ve dolayısıyla hiç bu kadar planlı da hareket edilmemiştir. insanlar saçmalıklar dışında hiç bir şeyi düşünmüyor. birileri birşeyler yapmalarını söylüyor ve bir kaç siyasetçi de çıkıp dünyada cennetin temellerini atıyor, sonra andavallar onların peşine takılıyor, reklamlarla desteklenince bi bakıyorsunuz ilah oluyorlar. benim gibi "hap"ları yuttukça onları uçarak takip ediyorlar doktor", dedim. "ve ardından o ilahlar, onların vazgeçilmez kahramanları ve herşeyi-inancı oluyor. bu bir kişisel inanç yozlaşması... antik yunanda bile insanlar ölünce kendi cennetlerine gideceklerine inanırlardı, mısırda, lidyada, asurda, iyonda, perslerde, incalarda, mayalarda...hepsinde... artık yok."

hala bir tanrıya inananlar var, farkında değil misin, devletler artık hiç olmadıkları kadar muhafazakar?

"evet doktor, canlı ilah tapınıcıları iş başında. reklamlarla ilah olanların tarafında ve dinindeyiz artık biz. baştaki ve bastıran kimse ondan-onun tarafından oluyoruz ve ilahımızı belirliyoruz. o ilahlar ki, insansı tüm hareketlerinden yoksunlar ve tam bir kahramanlar. halka bak doktor, herkesin bir kahramanı-ilahı-fatihi ve özendiği bir kimsesi var. dolaylı olarak bir ilahı. o ilahlara da dikkatli bakın, bize yansıtılan yanları insansı hareketlerden tamamen yoksundur. hiç birinin gerçek günlük hayatını görmeye tahammül edemeyiz, bu da ancak günümüz tanrılarına ait bir davranıştır. oysa antik yunanda tanrılar bile insansı davranışlara sahipti. örneğin afroditin zeustan çocuğu vardı. düşünsene, artık fuhuşta yakalanan bir siyasetçi bile istifa etmek zorunda, yada büyük bir şirket patronu herhangi bir günlük şekliyle yakalanınca "şuç üstü basıldı" muamelesi görüyor. oysa eskiden tanrıların bile kendi arasında fuhuş yaptıkları halk arasında konuşulurdu, yine de insanların gidecekleri cennetleri vardır. şimdi bir tanrıyı bırakın, ilahlığı öyle bir abattılar ki, insansı hareketler artık zaaf olarak görülüyor. buna ramen kişiler zinada yakalanırsa işinden istifa etmek zorunda kalıyor fakat herhangi bir devlet içinde fuhuş yapıldığı halde hükümet düşmüyor... bu mu muhafazakarlık?"

"anlıyorum.." dedi doktor. anlıyorsa neden öyle bakıyordu ki? neden konuyu değiştirme ihtiyacı duydu o zaman?"senin bir kahramanın - örnek aldığın kimse - ilahın yok mu?" dedi.

"ergen çocukların kahramanları olur doktor, o da en fazla 16 yaşına kadar. eğer uyutulmuyorsan kendi çizgini kendin çizersin, kimse hayat akışı olarak sana benzemediği için kimse kahramanın olamaz, insanların farklılıkları böyle anlaşılır. ama devlet bir kahraman yaratır, takip ettirir, kontrol eder."

illa devletin istediği ve sevdiği tiplerden birini kahraman olarak almak zorunda değilsin ki?

"nasıl psiyatr oldun sen yahu, azıcıkta sosyoloji hakkında bilgin yok mu doktor? kategorize et ve ona göre yönet toplumları. bir klasiktir bu..."

anlıyorum.

"anlamıyorsun doktor, koyunlaşıyorsun sende... devlet bir şeye karşıt olanları da kahramanlarıyla bir kategori altında topluyor. checiler(!), anarşistler, sosyalistler, cumhuriyetçiler, laikler... karşıtların bile kendi ilahları var, bu da onları yönetilebilir kılıyor."



halbuki tüm ilahların, zaafları(!) kırılmadır, örneğin cheyi gaz çıkarırken düşünün, kastronun ayakları kokuyor, dini ilahların çoğu belki de masturbatör manyaklar, siyaset liderlerinin küçük sapık fantazileri var ve eşleri tarafından reddediliyor ve eşlerine yalvarıyorlar, bikaç tanesi de iktidarsız, sizi işe alması için karşısında uslu çocuğu oynadığınız adam gizli eşcinsel, bir küçük recep tuvalette sıçıyor şimdi, yada bir devlet kurucusu belki sübyancıydı, ve ben eve gelip bulaşıkları yıkıyorum..

ben böyle düşünmeye "noel babayı çıplak düşün teorisi" diyorum.

bu durumda bunların zaaflarının yansıtılmaması onlara bilinçsiz bağlanmamızı sağlıyor, ve ilahlar oluyorlar. bu insanların dediklerini yapıyor, istemediklerini reddediyoruz. reklamlarla, istediklerine inanıyoruz ve olması gereken inançlarımız kayboluyor. ve ben tüm bu ilahları birer bok olarak görüyorum, benim (Coprophobia) bok fobim var doktor. anlıyor musun şimdi?

["Kendin ne kadar azalırsan o kadar çoğa sahip olursun; kendi öz hayatını dile getirmenle dışsallaşmış hayatını dile getirmen ters orantılıdır; yabancılaşmış varlığın gitgide büyür.” KARL MARX- el yazmaları]

-anlıyorum... senin Politicophobia'n (Politikacılara karşı duyulan nefret veya politikacı fobisi) yanı sıra Hierophobia'n (Din adamları veya dinsel şeyler fobisi) var, ha bir de mizantropin devam ediyor ne yazık ki..

....

oysa dediğim gibi benim sadece (Coprophobia) bok fobim ve hippopotomonstrosesquippedaliophobia) Uzun kelime fobim var...

anlamadın beni doktor...
boklardan nefret eden bir özgürüm ben.

anlamadın...

bişi buldum dehşet olmuş, ben de destek olayım dedim.

bunu yazan adamın kafasının çalıştığını düşündüğümden elini öpüp başıma koyuyorum.

http://cinsarayindakiprens.blogspot.com/2009/06/inadna-akp.html (ahanda yazı)

http://cinsarayindakiprens.blogspot.com/

1 Haziran 2009 Pazartesi

seni seçmiyorum pikaçu, içinde patlasın

yaşıyor musunn?....

...

yaşıyor musun?... sana diyorum... duyuyor musun beni?...

....

geceden sesleniyorum sana, gecenin ta dibinden bi yerlerden...
özgürlüğün tam ortasındayım... duy beni, gündüzlerin esiri.

duy beni... ...

duyuyor musun?...
uyuyor musun?...
yaşıyor musun?...

ben, gecenin ta derinlerinden, özgürlüğünden soruyorum sana, yaşıyor musun?

yoksa çalışıyor musun şimdi? seni gündüzlerin esiri...

yaşıyor musun? hangi manada yaşamak bu?

kelimeler, artık bilim camiasının esiri oldu, ve anlamlarını daralttı...

yaşamak; biyolojik belirtileri olmak demektir.

oysa bence; yaşaman, doğmuş olmanın herhangi sonuçlarından biridir ve istemin dışıdır... mı?

yoksa yaşamak, gülmek midir? gülebilmek...

oysa ben, güldüğü halde ölü olan çok insan gördüm, ki onlar insan bile sayılmazlardı...

gündüzlerin ışığı, kör etti seni; ve bilimin kısaltmaları beynini yıkadı...

duyuyor musun?...

...

ben, karanlığın tam ortasından, en verimli av zamanından sesleniyorum sana,
yaşıyor musun?

...

kalabalığa mı uyuyorsun?...

uyuyor musun?...

...

özgürlük ne anlama gelir gündüzleri? sana sunulan seçeneklerden istediğin birini seçmektir, değil mi?

geceleri özgürlük, kendi seçeneğini yaratmaktır. istenirse, "seçmemek özgürlüğüdür."
oysa gündüzleri "seçmeme özgürlüğü" diye bir şey yoktur.
dayatılandan birini seçmezsen ya ceza yersin ya ceza çekersin...

örneğin; siyasi partilerden birini seçmek zorundasındır, kendine bir iş seçmek zorundasındır, kendine bir dış görünüş seçmek zorundasındır, bir kıyafet örneğin, bir tarzın olmalı...

en basiti bir saç şeklin bile senin forsunu belirler, onlar sana seçenek sunarlar ve birini seçmek zorunda kalırsın...

ardından seçtiğin şeyin, kendi isteğin olduğuna inandırırlar seni...

...

duyuyor musun sesimi?...
yoksa uyuyor musun her sese?...

sen daha doğmadan, sistemin sana hazırladığı kıyafetlerin vardır.
milliyetçilik kıyafetleri, taraf kıyafetleri, ailesel yaptırım kıyafetleri, kurumsal kimlik kıyaferleri, özgürlük kıyafetleri, inanış kıyafetleri...

bir kıyafet seçmek zorunda bırakılırsın...

çünkü kıyafetlerden birini seçmek, senin özgürlüğündür...

ben geceden sesleniyorum sana, gecenin ta dibinden bi yerlerden... özgürlüğün tam ortasındayım... duy beni, gündüzlerin esiri.

ben seçmeme özgürlüğümü kullanıyorum... ve sana sesleniyorum:
yaşıyor musun?...
duyuyor musun?...
uyuyor musun?...

...

uyanık kal, uyumamayı seç...

çıplak kal, seçmemeyi seç...

ve en güzeli sarhoş ol karanlıkta...

....

duyuyor musun?...

 
>