11 Eylül 2009 Cuma

nal, kof, balık, yaş

pantolonunu giydi çocuk. günün en aydınlık saatleridir normalde bunlar, fakat kulübe loştu, hava sis kaplı, tuvalet kapkaranlık.

kulübenin tam karşısında atık bertaraf tesisi var, terkedilmiş maden ocağının yerine kurulmuş. katı atıklar gömülüyor. çürümüş tıbbi atıkların kokusu yüzünden etrafta hayatın olduğu tek kulübe bu. çevre farklı fabrikalar ve farklı atık kokularıyla da kaplı. benzin, gübre, yanmış yağ karışımı koku. kupkuru kağıt kokusu. ter ve katran kokusu. sisin kalktığı zamanlarda hava kasvetli ve yapış yapış olur. rüzgarlıysa koku daha azdır ve hava daha kuru.

aynada kendine baktı, sarışındı ve tahmin ettiğine göre mavi gözleri olmalıydı. son gördüğünde öyleydi. hava hala sis kaplı. tuvalet hala kapkaranlık.

kız uyandı. yatağın diğer tarafı boştu. bundan nefret ediyordu. bir gün asla sevgilisi tarafından öpülerek uyandırılmayacaktı. uyandığında kahvaltısı hazır olmayacaktı. çift olarak alışverişe çıkmazlardı. bunun hakkında hiç konuşmamışlardı. kendiliğinden gelen bir anlaşma vardı eskiden beri.

sabahları birbirleriyle karşılaşmazlardı bile. çocuk dışarda sigarasını içerdi. kız yatakta oyalanırdı. sabah olduğunda birbirlerine baktıkça gördükleri şey gecekinden farklı olurdu, ve rahatsız edici.

dışarıda çocuğun yanına oturur, sigarasından bir nefes alır ve fabrikaların tüm bok kokulu havasını sigara dumanıyla beraber içinize çekerseniz şunu tam anlamıyla kavrarsınız: insanlığın yaratılışı varoluşla ilgili değil, baştan sona yok oluşla ilgilidir. karşınızda fabrikalar her dakika bunu kanıtlamak için çalışır durur.

kız yatağıda doğrulup bilgisayarını açtı. melvins çalıyordu tahta duvarlarına arasında. ekranı kapattı. uzun zamandır yapmadığı bir şeydi bu. hayatının önemli kısmı internet üzerine kuruluydu. son bir aydır uyandığında yaptığı ilk şeyin bilgisayarı açmak olduğunu farkedince tehlikeli olmaya başladığını farketti artık. yine de internet olmadan yapamazdı. kendini haklı çıkaran modern hayat yaşanıyordu heryerde. internet artık tüm insanlığı ele geçirmiş durumdaydı. kim olduğun bilinmeden eleştirme ve söz sahibi olma gücü, herkes tarafından sevildiğin bir yere girmekten, altılı biralardan ya da yatakta seni bekleyen sıcacık kadınından daha tatmin ediciydi artık. bu hayatınız boyu ciddiye almadığınız, fotoğrafların arkasında tesadüfen çıkan insanlara verilmiş velinimetti. insanlar bunu kaybettiği zaman en önemli kişiliklerinden birini kenara bırakmak zorunda kalıyordu.

yasakların olduğu yerde herkesin birden fazla önemli kişiliği vardır derdi hep çocuk. çocuğun fikirleri eskiden beri etkilerdi onu, küçük yaşlarından beri.

bir sigara yaktı. sabahları uyandığında düşünürdü hep. hiçbir sebebi yoktu, onu gülümseten sevgilisi, sevdiği bir işi yoktu, ailesi ya da uğraşacak hobileri de. elinde tek bir şeyi bile yoktu tam anlamıyla. yıllarca bu yüzden karamsar biri olmuştu. aslında onu kendisi yapan da buydu. hep karamsar olması ve beklentisinin olmaması. alışveriş gibi şeylerle mutlu olmazdı, onun için mutluluk verici olan yaratılmış olanı ele geçirmekten çok yaratma işiydi. kimisi bunu hastalıklı bir durum olarak nitelendirse de, o buna farklılık diyordu. piskolojik tedavi sadece insanların uç noktalarını törpüleyip birbirine benzetmeye yarardı. karamsarlık onun en büyük parçasıydı. kendisiydi belki de. pek konuşmazdı bu yüzden. hissettiği şeyler, kimseye yazılan mektuptu hep, hiçkimseye. onu abisi anlamıştı sadece. terkedildiğinde, reddedildiğinde, dışlandığında, tıkandığında. hayatında sadece abisi kaldığında, ona karşı hissettiklerinden daha fazla emin değildi.

çocuk içeri girdi ve kız kardeşine baktı. gözlerinde seviştiği kadının yanında sekiz yaşındaki kız çocuğunun masumiyetini görürdü hala. gündüzlerin rahatsız edici yanı buydu. sadece yeterli derecede aydınlık haricinde her şey size gerçek olmayanı yansıtır.

gündüzlerden kaçan, hayatı boyunca gece ya da bahar sarhoşu olarak yaşamış insanların hikayesi bu.

geriye kalanlar uyuşturucu çoğunlukla kullananlardır. iş, aile, din ya da idealler. işiniz gündüzlerinizi satın almak için para verir, aileniz onu korumanız için kendinizden vazgeçmenizi bekler, inandığınız din size bu dünya karşılığı öbür dünyayı vaadeder, ve idealleriniz bu günü yarınınız için harcamanızı bekler. uyuşukluk ve görmemezlik hali, her birinin bu günü başka uğurlarda harcamanızı beklemesinden ötürüdür. uyuşmuş gündüz insanları buradan gelir.

abisine baktı kız ve 'kahvaltık bir şey yok' dedi. 'elimizde yiyecek tek bir şeyimiz dahi yok.' bağırıyordu. çocuğun adımıyla tahta zemin gıcırdadı, üzerine basılan tahtanın ters yönü yerden gözle görülür şekilde tümsek oluşturdu. bir güve kelebeği yükseldi havaya.

tepki vermedi çocuk. hani bazı insanlar vardır ve mantıksız hareketleriyle bütünleşip kendi içlerinde bir mantık üretirler. artık onların kişiliğidir ve kişinin çözülmesini engelleyip ayağa düşmemesini sağlar. doğum günlerini sevmemek, mesajları sebepsizce cevapsız bırakmak, tanıdığın bir insanı herhangi bir şey yokken görmemezlikten gelmek gibi basit şeylerdir, ve insanlar bunları anlamlandıramadıkça sizi ulaşılmaz olarak görür.

cevap vermedi çocuk ve bir şeylerle uğraşıyormuş gibi göründü bir süre. köşedeki bambuların buharlaşmış suyunu doldurdu. buharlaşan suyun son lekesi yeni konulmuş suyun içinde, üst kısmı kesilmiş plastik şişenin ortalarına yakın yerinde çizgi halinde duruyordu olduğu gibi.içerisinin gri tonları bambuların yeşilliğini savunma çizgisi halinde sadece kendi köşesinde hakim kılmıştı. her seferinde farklı seviyede iz bırakmış suyun çizgileriyle, zoraki yaşam köşesiydi kulübenin. hayatlarında sadece gri kaldığında getirmişti kız onları. geç alınmış bir yığın önlemden biriydi. deprem sonrası hazırlanan deprem çantası ya da ayrıldıktan sonraki her şeyi düzeltme çabası gibi.

günler öncesi çocuk kapıyı gece boyu açık unutmuştu ve oda aydınlıkken içeri onlarca böcek dolmuştu. zaten hali hazırda içeride yaşayanlar da vardı. birkaç hamamböceği, bir peygamberdevesi, bir yığın karınca ve birkaç örümcek. hamamböcekleri karanlık yerleri severlerdi, içeride onları görmek mümkün olmazdı, peygamberdevesi renk değiştirirdi, karıncalar ise ortada bırakılmış çöplerle açıkça davetliydi. örümceklerden biri büyük dolabın arkasındaydı günlerce, gövdesi iri, bacakları kısa ve tüylüydü. günler sonra dışarı çıktı. yatağın ayak kısmıyla büyük dolabın arasına ağlarını ördü. ortalıktan kayboldu.

kız çocuğa bağırdı ve çocuk üzüldü, çocuk gerçekten üzüldü. cevap vermedi, nedeni yoktu, hep öyle yapardı. amaçsızca bir adım attı, tahta zemin gıcırdadı ve üzerine basılan tahtanın ters yönü yerden gözle görülür şekilde tümsek oluşturdu. bir güve kelebeği yükseldi havaya.

kelebek örümceğin ağına yapıştı, hareket etmeye çalıştıkça vücudu ağlarla kaplandı. örümcek ortaya çıkacaktı yakınlarda.

insanlar sadece ne anlama gelmediğini bilirlerdi. çünkü olanların anlamı yoktu, olmadı hiç.

Hiç yorum yok:

 
>